İhanet

İnsanlardan, evlerden, işlerden ayrıldığım oldu. Hatta daha da zorunu yapıp anılardan ayrıldığım da. Ama kitaplardan ve yazıdan hiç ayrılmadım. Nereye gitsem çantamda kitabım ve not defterim oldu. Edebiyatı ve yazıyı kutsallaştırmadım fakat asla küçümsemedim de… Bilgi arsızı bir insan olarak her şeyi yaşayarak öğrenmeye ömrüm yetmeyeceği için kitaplardan başka bir çarem de yoktu zaten. Bir yaşama birkaç yaşamlık deneyim sığdırmanın tek yoluydu kitaplar. Kimileri için bir kaçış noktası olan edebiyat bana göre ruhumun restoranı, zihnimin lunaparkıydı. Nereden bilebilirdim gün gelip kitapları, pek de anlamadığım bir sanat dalıyla aldatacağımı? Karanlık bir ressamın kalbimi lime lime edip bana olmadık sözler söyleteceğini nereden bilebilirdim?

Sözünü ettiğim karanlık ressam Francisco de Goya. (Siz bu satırları okurken İstanbul Pera Müzesi’ndeki “Goya: Zamanının Tanığı, Gravürler ve Resimler” adlı sergi ne yazık ki bitmiş olacak.) Goya’nın “Kapriçyolar” adı verilen gravürleri birkaç başlık altında sergilendi. Bunlardan biri de “Savaşın Felaketleri”ydi. Aydınların büyük umutlar bağladığı Napolyon yönetimindeki Fransa’nın İspanya’yı işgali. Katliamlar. Acılar. Hayal kırıklıkları… Ve gözyaşları ve kan selleri arasında yaşanan savaşın getirdiklerini yerinde görüp (tıpkı günümüzdeki bir “savaş fotoğrafçısı” gibi) resmetmekle görevlendirilen Goya. Bu gravürlere bakarken nefesim tıkandı, gözlerim doldu, tarif edemediğim hisler yaşadım. Yaklaşık olarak 15×20 cm ölçülerinde, siyah-beyaz çizimlerden söz ediyorum size. Hiç birinde bir fotoğrafın göreli “gerçekliği” ya da kanı, vahşeti, katliamı daha da canlı gösteren renkler olmasa bile hepsi de öylesine “gerçekti” ki… Sanki bütün bunlar yanı başınızda yaşanmış, hepsine tanık olmuşsunuz gibi.

Sergiye birlikte gittiğim arkadaşım resimleri nasıl bulduğumu sordu. Ona verdiğim yanıt, ihanetimin itirafıydı: “Bütün bunlar bir kitapta anlatılıyor olsaydı, kitabın kapağını kapattığımda sözcükleri, harfleri havaya savurabilirdim. Unutabilirdim. Hatta hayalimde bunları yumuşatabilirdim de. Ama bu gördüklerimi nasıl unutacağım? Gerçeği gördüm.”

Dönüş yolunda aklımda hep ihanetim vardı. Hem neden ille de kitaplarla karşılaştırmıştım ki Goya’nın gravürlerini? Kızdım kendime. Evimin kapısını açıp içeri girdim. Gün boyunca oyuncak faresiyle savaşmış kedim ayaklarıma dolanıp mırıldanırken ben de kitaplığımın karşısına geçip uzun uzun baktım. Remarque, Hemingway, Homeros, Tolstoy, Shakespeare, Halide Edip, Yakup Kadri ve savaşı anlatan daha nice yazar-şair. Yiğitliğin belki de gelmiş geçmiş en güzel övgülerle göklere çıkarıldığı, kaybedenin de kazanan kadar övüldüğü “İlyada”yı düşündüm. “İnsanları Seveceksin”in arka kapağını okudum bir kez daha: “Çok kötü bir çağda yaşıyoruz. Barış, türlü silahlar ve bombardıman uçaklarıyla, insanlık da toplama kampları ve kıyımlarla korunuyor. … Bugün, saldırgana barış koruyucusu da deniliyor. İzlenen ve baskı gören kişileri de barışı bozmakla suçluyoruz.”

Savaş, dünyanın rezil bir “gerçeği”. Ve birileri bu “gerçeği” anlatmak zorunda. Çünkü insan ölümlü ve çünkü kalem susunca, bilen de kalmıyor. Oysa bilmek gerek. Dünyanın kirinden pasından arınmak mümkün olmasa da savaşa direnebilmenin tek yolu bilmek. Savaşın götürdüklerini bilmek… Savaşın anlatımı ise herkese göre değişiyor. Kimileri (Goya gibi) insanın yol açtığı vahşeti, asla bitmeyen ezen-ezilen çatışmasını gözler önüne seriyor. Kimileri (Yakup Kadri gibi) savaşın insanda açtığı yaralar kadar, insanların birbirilerinde açtıkları yaraların da çok zor iyileştiğini anlatıyor. Kimileri de (Homeros gibi) modern çağın toplu tüfekli, füzeli roketli savaşlarının aksine, her taraftan yiğidin göğüs göğse çarpıştığı meydanları hoş gösterip orada kahramanlar yaratıyor ve bu kahramanların ardından ağlıyor. Bizler bazen anlatının mesajını, bazen de dile getirilen mesaja katılmasak dahi anlatıcının biçemini beğeniyoruz.

Benim ihanetimin ise makul bir gerekçesi yok. Ama kötü bir niyetim de yok, yemin ederim. Goya aklımı başımdan aldı. Hem savaşları yazanlar, çizenler, dinleyenler, okuyanlar değil, çıkaranlar utansın!

“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Ağustos 2012