Bir çevirmenin gözünden dünya çeviri günü

30 Eylül Çarşamba günü kardeşimden bir e-posta geldi: “Dünya Çeviri Günün kutlu olsun ablacığım.”

***

Okuldan 1997’de mezun oldum. 1998’de çeviriden para kazanmaya başladım. Daha doğrusu çevirmenlerin “para kazanırmış” gibi yapıp, aslında kitaplara olan aşklarının karşılığında üç-beş kuruş aldıklarını anlamaya başladım.

Meslekte on ikinci yılımın içindeyim. Çeşitli seminerlere gittim, çeviri üzerine sayısız kitap okudum ama hiçbirinden, bir kitabı çevirirken çekilen sancıların yarattığı tuhaf, hatta mazoşistçe denebilecek keyfi almadım. “Emek” denen şeyin anlamını, gözlerini kör edercesine sözcüklerle uğraştığı sayısız geceden sonra eline geçen üç kuruş parayla daha iyi kavrıyor insan.

Bu on iki yıl içinde sadece bir yıl kadar kendimi bir tek çeviriye adadım, başka hiçbir iş yapmadım. Sonucu tahmin etmek zor değil: Maddi anlamda sıfırı tüketme noktasına geldim.

Bu on iki yıl içinde, nice büyük yayınevinden çıkan nice korkunç çeviriye denk geldim. Aynı şekilde, nice küçük yayınevinden ve adı sanı duyulmamış çevirmenlerin elinden çıkan nice kusursuz çeviri okudum. Çeviri değil, mis gibi Türkçe kokan kitaplar kadar, çalakalem yapılmış çeviriler de gördüm.

Bu on iki yıl içinde, çevirmen olmaya hevesli gençlerle tanıştım. “Hazır mısınız?” diye sorduğumda, hepsi hazır olduklarını söylediler. Aynı bölümden (yani eski adıyla mütercim-tercümanlık, şimdiki adıyla çeviribilim) birlikte mezun olduğum arkadaşlarımın pek azının çeviriyle uğraştığını dilim varıp da söyleyemedim.

Bu on iki yıl içinde, mektepli-alaylı ayrımının geçerli olmadığını gördüm. Bu işin okulunu okuyanları bir yana bırakın, bu işin okulunda hocalık yapıp çeşitli unvanlar kazanmış pek çok insanın çevirisini okuyabilmek için kendimi zorladığımı fark ettim. Bir işi yapmak ile nasıl yapılacağını anlatmak arasında büyük fark olduğunu gördüm. (Tabii bu söylediklerim bütün akademisyenler için geçerli değil. Bu işe yıllarını, emeğini, bilgisini koyan; pek çok iyi çevirmen yetiştiren hocalarımız da var.)

Bu on iki yıl içinde, genel okur kitlesinin ne kadar beklentisiz olduğunu üzüntüyle fark ettim. Dergilerde önerilen, haklarında sayfalarca yazı yazılan kitapları okuyup da anlayamayınca bazen kendi zekâmdan bazen de okurların dürüstlüğünden kuşku duydum. Haklı yergiyi ve haklı övgüyü bilen okurlara rastlayabilmeyi diledim. Neyse ki yavaş yavaş karşılaşmaya başladık böyle okurlarla.

Bu on iki yıl içinde, çevirinin sadece dil bilmekten ibaret olduğunu zanneden çevirmenler gördüm. Çeviri-yazar-kültür-mesaj bağlantılarını çözmekle zaman kaybetmeyen, fabrikasyon çeviriler okudum.

***

Böyle yazdım diye Türkiye’deki çeviriyi yerden yere vurduğum zannedilmesin. Kötü örnekler kadar, iyi örnekler de gördüm. Bu örneklerin bir kısmını bir yılı aşkın süredir de bu köşede sizlerle paylaşıyorum. Yine de daha güzel şeyler yazabilmeyi isterdim bu ay.

Büyük yayınevlerinin hep birkaç isim etrafında odaklanmayıp, genç çevirmenlere daha fazla fırsat tanıdığını söylemek isterdim örneğin. Çeviri ücretlerinin yükseldiğini, çevirmenlerin verdikleri emeğin karşılığını sadece duygusal olarak değil, maddi açıdan da aldıklarını söylemek isterdim.

Kendi adıma, evimde oturup bütün enerjimi çeviriye ve okumaya ayırabildiğimi söylemek isterdim. Bu hayat telaşı ve kaygısı içinde, en güzel çevirilerimi emekli olduğum zaman yapabileceğimi düşünmemek isterdim.

Otuz-kırk yılını bu işe vermiş ustaların yanında benim on iki yılımın pek de ahım şahım olmadığının farkındayım. Bilgisayarın kullanılmadığı, kurşun kalemlerle taslakların yazılıp, sonra defalarca temize çekildiği yıllarda yaşayanlardır bence bu mesleğin kahrını çekenler. Ve onların gösterdiği azimdir bize klasikleri hâlâ keyifle okutan.

Onların izinden gitmek ise, teknik olanaklar açısından bugün ne kadar kolaysa, yozlaşmışlık açısından da o kadar zor.

***

İşte bu yüzden, kardeşimin e-posta mesajını okuduğumda “Bu bir şaka olmalı,” diye düşündüm. Fakat gülemediğim bir şaka…

  • Not: Bu mesajı aldığımda Ekim yazısı çoktan baskıya girdiği için, konuyu ancak Kasım sayısında ele alabildim.
  • Öneri: Cimri, Molière, Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004

“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Kasım 2009

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir