Bir Kitap Üzerine Kendine Dönmek

Dikkat! Bu bir kitap tanıtım yazısı değildir. Kendimi tanıma yazısıdır. Bahsi geçen kitap hakkındaki yorumlarım en alttaki videoda.

Cânım Lale Müldür, en sevdiğim kitabı Buhurumeryem’deki aynı isimli şiirinde, “Evet ama ne yazık ne yazık ama / Dünya benim gibi sıcak bir kızdan / Bir Lady d’Arbanville çıkardı / Evet ama ne yazık ne yazık bana” der. Buhurumeryem‘i herhalde 1995’te, hadi taş çatlasın 96’da okumuştum; yaş 21-22. Başka pek çok dize gibi, yukarıdakileri de mavi fosforlu kalemle çizmişim. İşte bu noktada birinin bana “You know nothing Jon Snow” demesi gerekiyormuş meğer. O zamanlar okul, sınavlar, aşk acıları, “kimse beni anlamıyoooo” dertleriyle uğraşırken kendimi çok katılaşmış sanıyormuşum.

Fakat tabii insan aynaya bakmaya bir kez cüret edegörsün, bir daha bırakamıyor. Yıllar geçtikçe daha çok, daha sık, daha sert, daha derine bakıyor. 30’lu yaşlarımın başında gördüm ki anlaşılmayacak bir şeyim yok: hem nahif hem naif, kalbi çabucak kırılan, psikolojik ya da fiziksel şiddeti (kurgu bile olsa) görmeye-işitmeye tahammül edemeyen, mesela Haneke’ye karşı basbayağı kuvvetli bir nefret duyan, saftirik bir insanım. İyi biri olduğumu asla iddia etmiyorum ama iyiliğe mütemayilim. Bu yüzden de burnum b*ktan çıkmıyor. Bir süre uğraştım, değişeyim istedim, olmadı. Kişisel gelişimciler “değişim içten başlar” diyorlar ama bence doğru değil. İçini kendin değiştiremiyorsun, olsa olsa dışına ya da dışarı gösterdiğine müdahale edebiliyorsun. Sonuç: belki eksi 10 kilo belki gerdirme, botoks filan ve beraberinde de riyakârlık. Bunları yapabilecek tıynette olmadığım için “Ne yapalım, ben de böyleyim,” dedim geçtim.

Bugün yaşım 47 ve birkaç gün önce Cem Akaş’ın 24 yaşındayken yazdığı “7”yi okudum. Gözümün önünde insanlar öldürüldü, tecavüze uğradı, gerilim tırmandı, dostlar düşman oldu, kahraman bunu bilemedi, olan biteni yeterince ciddiye almadı bir türlü ve ben “Vay arkadaş, adam ne güzel yazmış!” diyerek okudum. Sonradan da irkildim. Ne olmuş bana? Ben nasıl okuyabildim, dahası nasıl bu kadar çok sevebildim böylesine net, capcanlı, dehşet verici şekilde bodoslama anlatılmış, şiddet dolu bir hikâyeyi? Ne zamandır aynaya doğru dürüst bakmıyormuşum?

Eren’den Özgecan’a, Şule’den Oğuz Arda’ya, Kemal’den Ali İsmail’e, Rabia Naz’dan A.K.’ye kadar neler neler yaşandı. O kadar da olmaz dediğimiz her şey “o kadar da oldu”. Haneke’ye rahmet okutacak derecede korkunç insanlar, korkunç olaylar, korkunç savunmalar, korkunç kravatlar, korkunç sakallar, korkunç unvanlar, korkunç cübbeler, korkunç kepler, korkunç yazılar, korkunç kararlar, korkunç gerekçeli kararlar, korkunç rozetler, korkunç pankartlar, korkunç raporlar, korkunç ceketler, korkunç iş makineleri, korkunç yıkımlar, korkunç patatesler, korkunç mikrofonlar, korkunç koltuklar, korkunç grafikler, korkunç sayılar gördük, görüyoruz.

Bütün bunların arasında naifliğimi ve nahifliğimi, bedduadan ve küfürden kaçınan tabiatımı, küçük dertlerimi unutmuşum. Bunu bana gösterdiği için özellikle teşekkür ediyorum Cem Akaş’a.

Artık yeraltı edebiyatı ya da distopya gibi kavramlar edebiyat sözlüklerinden çıkabilir. Gerek kalmadı. Bugüne kadarki hizmetleri için teşekkür ediyor, İzmir Marşı’yla uğurluyoruz kendilerini.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir