Patroklos’un cesedi yetmez

“İlyada” destanının en etkileyici kısımlarından biridir on yedinci bölüm. Akhilleus’un kardeş kadar yakın bildiği dostu Patroklos, Akhaların lideri Agamemnon’a küsüp savaştan çekilen Akhilleus’tan silahlarını ve zırhlarını alır. Niyeti Hektor’un giderek artan gücü karşısında gerileyen Akhalara destek olmak, Troya kapılarına dayanmak, ün kazanmaktır. Fakat Kronosoğlu Zeus izin vermez buna ve Patroklos’un ölümü, Hektor’un elinden olur. Ama Patroklos ölüp de kurtulmaz; cesedin başında bir mücadele başlar. Troyalılar Patroklos’un cesedini kentlerine götürerek ünlerine ün katmak, Akhaları aşağılamak istemektedir. Akhalar ise Patroklos’u düşmana kaptırırlarsa savaşı hepten kaybedeceklerini düşünürler. Tanrısal Akhilleus’a nasıl hesap verecekleri de ayrı konu elbette…

Bu mücadeleyi okurken insan âdeta soluğunu tutar. Zavallı Patroklos’un cesedini bir Troyalılar çekiştirir, bir Akhalar. Patroklos ölmüştür gerçi ama ruhu huzur bulabilir mi?

İşte çevirmenin hali de Patroklos’unkine benzer bana kalırsa. Önce tıpkı Akhilleus’un silahlarıyla donanır gibi yazarın dilini (yani en büyük silahını) kuşanıp savaş meydanına çıkar. Bu savaşta bir yandan bütün kuralları ve kuralsızlıklarıyla dil çekiştirir çevirmeni, diğer yandan biçem. Bu arada anlam kaygıları da bırakmaz peşini. Buna bir de bastırılması gereken “benlik” eklenince, ortalık savaş alanından farklı olmaz. Ama çevirmen, Patroklos’a kıyasla avantajlıdır. En azından hayattadır, düşünebiliyordur, kontrol mekanizmaları çalışıyordur. Bu yüzden doğruyu bulmak, çekiştirmelere son verip merkezde durmayı başarmak için bir şansı vardır. Ama nasıl?

Diyelim ki Patroklos’un ruhu bedeninden ayrılır ve göğe yükselir. Aşağı baktığında savaşı tüm çıplaklığıyla görür. Kim nerede duruyor? Hangi taraf daha güçlü görünüyor? Nerede eksiklik var? İşte bu ruh da redaktördür. Redaktör, kitabı çevirmemiştir. Hatta belki kaynak dili bilmiyordur bile. Ama çeviri karşısındadır. İlk kez okuyacaktır. Kafası karışık değildir. Henüz… Ve profesyonel bir okurdur bu kişi. İnce eleyip sık dokuyacak, takıldığı her noktada kafasında soru işaretleri oluşacak, bunları önce kendi başına, ardından da çevirmenle birlikte ele alacaktır. Yani çevirmenin kaynak metni çözümledikten sonra kurduğu “yeni yapıyı” bu kez redaktör bozacak, didik didik, lime lime edecek ve yeniden birleştirecektir.

Üstelik de bunu yaparken çok şey öğrenecektir. Eğer redaktör aynı zamanda bir çevirmense, o zaman kendine dışarıdan bakma fırsatını bulacaktır. Takıldığı her noktada, “Acaba ben de bu hatayı yapıyor muyum?” diye düşünecektir. “Ben olsam ne derdim?” sorusunu sık sık soracaktır. Bundan iyi çeviri jimnastiği mi olur?

Redaksiyonun bitmesiyle redaktörün işi bitmez. Gerekirse bütün düzeltmelerinin gerekçelerini sunmalıdır. Çünkü çevirmen, kurduğu yapıdaki değişikliklerden çoğu zaman hoşlanmaz. Elbette kendisi de redaksiyon yapmıyorsa… Diğer bir deyişle, damdan düşenin halinden, damdan düşen anlar. Bu yüzden diyorum ki damdan düşelim. Patroklos’un cesediyle yetinmeyelim, ruhunu da görelim. Ruh ve bedeni bütünleştirip hayat dolu çeviriler üretelim. Tıpkı Azra Erhat ve A. Kadir gibi:

 

İlkin Telemonoğlu büyük Aias dile geldi, dedi ki: / “Küçücük bir çocuk bile anlar / Zeus Baba’nın Troyalılara destek olduğunu. / Yerine vuruyor atılan tekmil kargılar, / atan ister iyi olsun, ister kötü. / Zeus hepsini doğrultuyor tam yerine. / Oysa boşa düşürüyor bizimkileri, toprağa. / Haydi düşünüp taşınalım, en iyisi ne, / gene çekip duracak mıyız ölüyü, / yoksa geri dönüp sevinç mi verelim arkadaşlara? / Bize bakıp meraklanıyor, korkuyorlar, / diyorlar, durmayacak Hektor’un gücü, dokunulmaz elleri, / saldıracak, diyorlar, kara gemilerimizin üstüne. / Peleusoğlu’na bi koşu kim haber verecek? / Sanmam duymuş olsun kara haberi, / bilmiyordur öldüğünü sevgili dostunun. / Burda göremiyorum bu işi görecek adamı, / hepimiz sis içindeyiz, atlarımız sis içinde. / Kurtar Akhaoğullarını bu sisten, Zeus Baba, / göz gözü görebilsin, her yanı aydınlık et, / öldürmekse niyetin, aydınlıkta öldür bizi.”

“Homeros”, İlyada, çev. Azra Erhat, A. Kadir, Can Yayınları, 23. basım, 2007

“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Kasım 2010