Gözünün feri sönmüş bir kadın…

Constance Garnett ismini duymuş muydunuz? Bir kontes ya da leydi çağrışımı yapan bu ismin sahibi, bir çevirmen. 1861-1946 yılları arasında yaşamış ve 19. yüzyıl Rus edebiyatının en önemli eserlerini İngilizceye çevirerek, ülkesindeki okurları bu muhteşem hazineyle tanıştırmış. Bu sayede İngiliz ve Amerikalı okur Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Çehov’u, Turgenyev’i, Gogol’ü ve daha pek çok Rus yazarı okuma imkânı bulmuş.

Yükseköğrenimi sırasında Rusça dersleri alan ve İngiltere’ye göçmüş Rus arkadaşlarıyla da bu çalışmalarını pekiştiren Garnett, Rusçadan çeviri yapmaya 1893’te, ülkeyi ziyareti sırasında Tolstoy’la tanışmasının etkisiyle başlamış. Ömrünü bu işe adayan ve toplam 71 eseri İngilizceye çeviren bu meslektaşımız, 1920’lerin sonlarına gelindiğinde zayıflıktan çökmüş, saçları tümden beyazlamış ve yarı kör bir haldeymiş. (Bizim payımıza düşen geleceği düşününce, kulağa çok ürkütücü geliyor!) Yine de çevirilere bir süre daha devam etmiş ve Turgenyev’den “Three Famous Plays” çevirisini de tamamladıktan sonra, 1934’te çevirmenlikten emekli olmuş.

Ölümünün üzerinden 60 yıldan uzun süre geçmiş olan Garnett, İngilizce konuşulan ülkelerin edebiyat dünyasında hâlâ tartışılıyor. Özellikle de Rus klasiklerinden yeni çeviriler yayımlandığında, ismi tekrar tekrar gündeme geliyor. Bunun tek nedeni Garnett’in Rus edebiyatını İngilizce konuşan dünyaya tanıtması değil. Bir de yıllardır tartışılan, geçmişi D.H. Lawrence’a ve Nabokov’a kadar uzanan “yetkinlik” konusu var.

Aslında klasiklerin çevirisi her zaman ve her dilde tartışılagelmiştir. Nesiller değiştikçe dil de değiştiğinden pek çok çeviriyi yenilemek, sadeleştirmek, güncellemek gibi çözümler üretilmiştir. Bu anlamda Constance Garnett’ın çevirileri de bir istisna değil. Ama en önemli iki konu, çevirilerin doğruluğundan duyulan kuşku ve biçem (üslup) aktarımındaki sorunlar.

Garnett tartışmalarının bir cephesinde Joseph Conrad ve D. H. Lawrence gibi büyük yazarlar yer alıyor. Lawrence, aynı zamanda arkadaşı da olan Garnett’ın sabrına olan hayranlığını şöyle dile getirmiş: “Bahçede oturup deste deste kâğıtları olağanüstü Rusça çevirileriyle doldururdu. Bir sayfayı bitirir, hiç bakmadan yerdeki kâğıt yığınının üstüne atar, yeni bir sayfaya başlardı. O kâğıt yığını ta buraya kadar, neredeyse dizlerine kadar çıkardı; sihir gibi bir şeydi.” Bu yorumda, arkadaşlığın getirdiği bir öznellik olduğuna hiç şüphe yok.

Diğer cephedeki ağır toplar ise Rus asıllı Amerikalı yazarlar Vladimir Nabokov ve Joseph Brodsky’ydi. Elbette bu yazarların anadillerinin Rusça olması, metin karşılaştırmaları ve çözümlemeleri açısından kendilerine belirgin bir üstünlük sağlıyor. Brodsky, Garnett’ı farklı Rus yazarların kendilerine özgü biçemlerini silikleştirmekle eleştirmiş. Hatta o dönemde Rus klasiklerini İngilizce okuyanların Tolstoy ile Dostoyevski’yi birbirinden ayırt edemediklerini, çünkü bu iki yazarı değil, Constance Garnett’ı okuduklarını öne sürmüş.

Rus nesir yazarları arasında Tolstoy’u birinci sıraya koyan ve “Anna Karenina”yı onun şaheseri olarak tanımlayan Nabokov, Constance Garnett’ın çevirisini “tam bir felaket” olarak nitelendirmiş. Gogol üzerine bir çalışma yaparken de, “Müfettiş”in Garnett tarafından yapılan “berbat” çevirisini kullanamadığı için bir hafta boyunca bazı pasajları çevirmekle uğraştığından yakınmış.

Garnett’ın çok hızlı çeviri yaptığı ve özellikle Dostoyevski çevirilerinde “okumayı kolaylaştırmak” üzere kaynak metindeki bazı kısımları rötuşladığı (!) biliniyor. Ayrıca anlamadığı bir sözcük ya da cümle olursa, o kısmı attığı da söyleniyor. Bunlar da çevirinin doğruluğuyla ya da aslına sadakatiyle ilişkili sorunlar. Ama bugün Rusçadan klasikleri çevirenler de hâlâ Garnett’ın çevirilerinden yararlanıyorlar.

Elbette gözlerini bu işe feda etmiş bu kadının çalışmalarını kendi dönemi içinde değerlendirmek gerekiyor. Var olduğu iddia edilen her türlü eksiğine, hatasına karşın, Garnett Rus klasiklerini İngilizce konuşan okurlara ilk ulaştıran kadın olarak bir teşekkürü hak ediyor. Eksikleri tamamlamak, hataları düzeltmek ise çağdaşımız olan çevirmenlere düşüyor. Her ülkede ve her dilde olduğu gibi…

“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Ekim 2010