Oğlum Burak son zamanlarda kitap okumaya merak sardı. Eskiden, iki sayfadan sonra sıkılır, kitabı bir kenara bırakırdı. Oysa bugünlerde yatmadan önce mutlaka kitabından birkaç bölüm okumaya çalışıyor, hatta artık uyuması gerektiğini söylediğimde, “Anne, lütfen, şurayı da bitireyim. Beş dakikacık daha!” diyor. Elbette çok mutlu oluyorum onu böyle görünce. Ama beni daha da mutlu eden şey, zaman zaman kitapta bir şey göstermek için beni yanına çağırması. “Annneeeeeee! Şuna bir baksana. Bu sözcük yanlış yazılmamış mı?” 9 yaşındaki bir çocukta bu hassasiyeti görmek çok sevindirici. Öte yandan da bu yaştaki bir çocuğun bile fark edeceği türden hatalarla dolu kitapların basılması ürkütücü.
***
Bunları düşünürken aklıma Enis Batur’un “Ulysses”e yazdığı “arka-söz” geldi. Batur, 1984’te Milliyet gazetesinde yayımlanan Herald Tribune kaynaklı bir haberden söz ediyordu. Habere göre, ilk basımı 1922’de yapılmış olan “Ulysses”, asıl “Ulysses” değildi. Uluslararası bir uzmanlar topluluğu yıllarca “Ulysses” ve Joyce üzerinde çalışmış ve kitapta 5000’den fazla eksiklik, atlama, yer değişikliği, yazım değişikliği olduğunu ortaya çıkarmıştı. Yazıyla tekrarlayayım: beş bin!
Sonrasını Enis Batur’dan okuyalım: “Neden bu denli eksik, yanlış bir basımı yapılmıştı ‘Ulysses’in? Bilindiği gibi, Joyce’un romanı ilk kez Paris’te, Sylvia Beach’in ünlü ‘Shakespeare and Company’ kitabevi tarafından (…) yayımlanmıştı. Joyce’un neredeyse okunaksız sayılabilecek bir elyazmasıyla kitabı teslim etmiş olması, baskı öncesinde dizilen metne yaklaşık 100 bin kelime ekleyivermesi (!), üstelik onları da aynı okunaksız elyazısıyla provaların üstüne yazması ‘Ulysses’teki ‘errata’ çizelgesinin bu ölçüde büyümesine yol açmıştı. Ama Joyce’u aşan bir neden daha vardı, yanlışlar konusunda: Böylesine güç bir metni harf harf dizme durumunda olan Dijon’daki basımevinin 26 dizgicisinden hiçbiri, tek kelime olsun İngilizce bilmiyordu!”
***
Yukarıda 5000 hatadan söz etmiştik. 704 sayfa olduğu söylenen bu ilk basımda, kabataslak bir hesapla, sayfa başına 7 hata düşüyor. İnanılmaz, öyle değil mi? Değil aslında. Nedenini açıklayayım. Bugüne dek okuduğum yüzlerce kitap içinde yazım ya da dil hatalarının olmadığı örneklerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Ülkemizin en büyük yayınevlerinin kitaplarında bile insanı şaşırtan hatalar çıkıyor. Bu yayınevlerinin çalışanları Fransız olmadıklarına göre Türkçe biliyor olmalılar. Üstelik artık yazarların ve çevirmenlerin çoğu bilgisayar kullanıyor. Dolayısıyla kabahati dizgicilerde de bulamayız. O zaman neden böyle oluyor?
Yanlış noktalama işaretlerinden, “kral” sözcüğünü “ı”yla yazmaktan, hatta “grup” yerine “gurup” yazmaktan bile geçtim; “de” sorunu hâlâ devam ediyor. Anlaşılması ve alışılması hiç de zor olmayan bu bitişik ve ayrı yazılan “de” meselesi neden bir türlü yerli yerine oturamıyor, ben de bunu anlamıyorum.
***
Bunları düşünürken, üniversitede bir dönem hocam olan Cevza Sevgen’in İş Kültür Yayınları’nın Shakespeare serisine yazdığı önsöz geldi aklıma. Şöyle demişti Cevza Hoca: “Metinlerin baskıya verilmeden önce editör tarafından ciddi bir biçimde gözden geçirilip yanlışlıkların ayıklanması ise 18. yüzyılda yaygınlaşır. Yine bu yüzyılda Shakespeare’in editörleri arasında, kendileri de ünlü yazarlar olan Alexander Pope ve Samuel Johnson da bulunmaktadır.”
O kadar yükseklerde gözümüz yok. Yazarlar, şairler düzelti yapmasa da olur. Yeter ki yazarlar ve çevirmenler “dil bilsin”, editörler ve redaktörler şu “de” meselesin çözsün!
Neden bu konuya bu kadar takılıyorum? Geçen günlerde, redaksiyonunu yaptığım bir kişisel gelişim kitabının çeviri koordinatörüyle telefonda konuşuyorduk. Konuyla ilgili bir şeyler anlatırken, “Gerçi siz dile bakmaktan konuyu ne kadar yakalayabildiniz bilmiyorum ama…” dedi. İşte tam da bu yüzden dilbilgisine bu kadar çok takılıyorum. Okuduğumu anlayabilmek, anladığımdan keyif alabilmek için. Bu bir çevirmen yorumu değil, basit bir okur ricasıdır. Özellikle de çocuk kitapları söz konusu olduğunda. Lütfen.
“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Mart 2011