İngilizlerin Don Kişot’u – Tektaş Ağaoğlu ile söyleşi

Pickwick sendromunu duymuş muydunuz hiç? Obezite, nefes darlığı, yüzün sürekli kırmızı olması, uyku hali, ağırlık gibi belirtileri olan bir hastalık bu. Şaka yapmıyorum, tıbbi literatürde geçiyor. Hastalığın ismi ise, Charles Dickens’ın ilk romanı olan “Mister Pickwick’in Serüvenleri”ndeki uşak Joe’dan geliyor. Zavallı Joe bir konuşmanın ortasında bile uyuyakalabiliyor. Tabii işine gelirse! Bay Wardle’dan da söz edebiliriz. İyi niyetli, heyecanlı, neşeli, dost canlısı Bay Wardle’dan. Ya üçkâğıtçı Jingle’a ne demeli? Kızkuruları, genç kadınlar, uşaklar, dullar, papazlar, kriket oyuncuları, siyasetçiler, suçlular, çocuklar, dalkavuklar, saftirikler… En önemlisi de göbekli, sevimli, iyimser dava adamımız Mister Pickwick ve laf ebesi, hazırcevap, cin gibi uşağı Sam Weller… Bayanlar baylar, hepsi de Charles Dickens’ın 173 yıl önce yazdığı ve nihayet Türkçe de yayımlanan “Mister Pickwick’in Serüvenleri”nde! Romandaki karakter sayısını hesap etmeye yeltenen var mıdır bilmiyorum. Bence gereksiz bir çaba olur zaten, çünkü roman Viktorya dönemi İngiltere’sindeki insanların bir resmigeçidi âdeta. Elbette epeyce karikatürize edilmiş tipler bunlar. Ama yaşam biçimleri, alışkanlıkları, beğenileri, âdetleri gerçek.

Charles Dickens, çoğumuzun daha çocuk yaşlarda tanıştığı bir yazar. Dickens maceramız “Oliver Twist”le, “David Copperfield”la başlayıp zaman geçtikçe “İki Şehrin Hikâyesi”, “Büyük Umutlar”, “Zor Günler” gibi kitaplarla devam eder genellikle. Ama pek bilmediğimiz bir romanı daha vardı Dickens’ın: “The Posthumous Papers of the Pickwick Club” ya da daha sık kullanılan adıyla “The Pickwick Papers”. Kitap Ocak 2011’de Yapı Kredi Yayınları tarafından “Mister Pickwick’in Serüvenleri” ismiyle yayımlandı.

Dickens “Mister Pickwick’in Serüvenle­ri”ni henüz 24 yaşında bir parlamento muhabiriyken yazmış. Bu pikaresk roman aslında bir gazetede tefrikalar halinde yayımlanmış ve o kadar beğenilmiş ki daha sonra kitaplaştırılmış. Bugün bile yeni baskıları yapılıyor. Peki ama nedir bu romanı böylesine özel kılan? G.K. Chesterton, Dickens’ın eserlerini incelediği “Charles Dickens: A Critical Study” (1906) adlı kitabında “Mister Pickwick’in Serüvenleri” hakkında şunları söylemiş: “Dickens’ın romancılık hayatında, henüz güneşler, aylar yaratmaya başlamadan önce bir araya topladığı ışık yığınıdır. Sonradan tüm yıldızlarına hayat verecek olan, biçimden yoksun ama muhteşem bir yığındır bu.” Chesterton’ın “biçimden yoksun” olarak tanımladığı tarz aslında pikaresk romanın özelliklerinden biri. Pek çok farklı maceranın art arda dizilmesi… Tıpkı “Don Kişot”de olduğu gibi. Zaten Mister Pickwick ile Sam Weller’ı Don Kişot ile Sanço Panza’ya benzetenlerin sayısı hiç de az değil. Üstelik bunların arasında ölümsüz Rus yazar Dostoyevski de var.

Böyle neşeli bir yazı yazdık diye “Mister Pickwick’in Serüvenleri”nin baştan aşağı mizahla dolu olduğunu düşünmeyin. Araya sıradan insanların bilgelikleri de sığdırılmış.

“Hayatın garip tecellilerini düşünüyordum” dedi Mister Pickwick.

“Ha, evet! Bir gün devlet başa, ertesi gün kuzgun leşe… Filozof musunuz, beyfendi?”

“İnsan tabiatını müşahede eyleyenlerdenim, efendim” dedi Mister Pickwick.

“Öyle mi? Ben de. Çoğu işi gücü olmayanlar gibi.” (s.37)

“Ah! İnsanlar güneşi bütün ihtişamıyla görebilmek için erken kalkmalılar, zira parlaklığın bütün gün sürdüğü çok enderdir. Bir günün sabahı ile hayatın sabahı birbirinin o kadar aynısıdır ki!” (s. 90)

“Ruhumuzda yanan ateş, dünyevi sıkıntıların ve dertlerin ağır yükünü taşıyan bir hamal düğümüdür; ateş söndüğü an o yük artık taşınamayacak kadar ağırlaşır. Altında çökeriz.” (s. 177)

Tektaş Ağaoğlu’nun okuru ihya eden çevirisiyle 173 yılın ardından Türkiye’deki okurlarla buluşan “Mister Pickwick’in Serüvenleri”, “geç olsun da güç olmasın” sözünü doğrular gibi…

Tektaş Ağaoğlu, edebiyat, siyaset, resim ya da heykelle ilgilenenlerin mutlaka ismini duymuş olduğu biri. Tektaş Bey ve eşi Ezel Hanım’a konuk olup Mister Pickwick, Charles Dickens, İngiliz ve Türk edebiyatları üzerine sohbet ettik.

– Sizin bu kitapla maceranız aslında uzun yıllar önceye dayanıyor, öyle değil mi?

Evet, araya geniş fasılalar girdiği için çeviri süreci uzun oldu. 69 senesinde kitaba başladım. Başka işlerim de vardı tabii. 200-250 sayfa çevirmiştim ki 12 Mart olayı yaşandı. O dönemde diğer çalışmalarımız ve kitaplarımızla beraber bu çeviriye de el koyuldu. 2 ay kadar sonra da benden aldıkları bütün eşyaları geri verdiler, çeviri de onların içerisindeydi. Ardından siyaset başladı. Partiler yeniden kuruluyordu. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ni kurduk. O süreçte çeviriye el değdirmeye fırsatım olmadı. 80’deki darbenin arkasından apar topar Avrupa’ya gittik. 10 sene kadar orada kaldık. Döndüğüm zaman bu 200-250 sayfalık çeviriyi buldum. Heyecanlandım, hoşuma gitti. Devam edeyim derken bu defa başka siyasi faaliyetler girdi araya. Onun için böyle yıllar yıllar üstüne yığıldı. 4-5 sene önce bunu esaslı bir şekilde ele aldım. ‘Bunu yapayım, bitireyim. Kalmasın, yazık olacak’ dedim. Biraz da ‘Ve Durgun Akardı Don’a eşlik etsin, onun gibi büyük bir iş olsun istedim.

– Bir çevirmen olarak şunu merak ediyorum: Çok uzun süre ara verilen işlerde insan kitaptan soğuyabiliyor, pes etmeyi düşünebiliyor, metinle bağı kopabiliyor. Hiç böyle şeyler yaşamadınız mı?

Hiç olmadı.

– Kitabı çok sevdiğiniz için mi?

Hem kitabı sevdiğim için hem de bana dille uğraşma imkânı sağladığı için. Yazı yazmayı severim çünkü. Zor yazarım, çok düzeltmeler yaparım vesaire. Ama o uğraşıyı severim. Bir şeyi anlatmak istiyorsam, şöyle anlatılabilir ama böyle de anlatılamaz mı acaba diye alternatifleri denemeyi severim. Kelimeler için sözlükleri karıştırırım, dilimin ucuna gelen şu kelime değil de acaba bir başka kelime olabilir mi bunun yerine diye sözlüğe bakarım.

– Zaten bu çeviride müthiş bir kelime çeşitliliği, zenginliği dikkat çekiyor.

O biraz da şundan: “The Pickwick Papers” 170 sene önce yazılmış bir kitap. İngilizcesi de o zamanın İngilizcesi. Gerçi İngilizcenin dünü ile bugünü Türkçedeki kadar büyük farklılıklar göstermez ama sonuçta 170 sene önceki İngilizce. Kitabın diliyle paralellik olsun diye biraz eskiye çalar bir dil kullanayım dedim.

– Dickens Türkiye’de çok tanınan bir yazar. Benim çocukken ilk okuduğum kitaplardan biri “Oliver Twist”ti.

Benim de öyle.

– Hüzünlü, kasvetli bir yazar olarak tanıdık Dickens’ı. Oysa “Mister Pickwick’in Serüvenleri” insanı neşesiyle şaşırtıyor. Ayrıca yazarın başyapıtlarından sayılıyor. Siz kitabı çevirmeye başlayalı da epeyce zaman geçmiş. Bu sürede neden hiç kimse çevirmemiş sizce bu kitabı?

Galiba 70-80 sayfalık küçük özeti yayımlanmış 50-60 yıl önce. Ben hiç rastlamadım, bilmiyorum ama böyle bir şey olduğunu işittim yakın zamanda. Ama ilginç tabii; Dickens’ın her kitabı var, o yok.

– Cesaret edilmemiştir belki, uzun ve zorlu bir iş.

Tabii, bu bildiğimiz türde bir roman değil. Aşk, ihtiras, intikam gibi şeyler yok. Ama roman İngiltere’de çok meşhurdur. İngiliz kültürünün ana damarlarından birisidir bu kitap.

Bunun nedeni kitabın anlatımı ve tekniği mi, yoksa o dönemi yansıtması mı?

Dönemi yansıtması bakımından önemlidir. Bir de Mister Pickwick denen şahsın kişiliği bakımından ünlüdür. İngilizler Mister Pickwick’i çok sevmişlerdir. Hem alay edebilecekleri hem de takdir edebilecekleri, onları memnun eden bir tiptir. Bundan 200 sene kadar önce İngiltere’de, daha çok kenar bölgelerde, küçük şehirlerde, orta boy kasabalarda hayatın nasıl yaşandığını kitap çok güzel sahnelerle anlatıyor. Taşradaki bir parlamento seçimi sahnesi vardır mesela. Adaylar nasıl seçiliyor, neler oluyor, nasıl rekabet ediyorlar, her adayın kendi adamları nasıl propaganda yapıyorlar, nasıl oyunlar oynuyorlar, bunların hepsi var.

– Kitabın daha en başında, Pickwick Kulübü’nde yapılan konuşmalar da insana meclisi çağrıştırıyor.

Böyle düşündürmesi ilginç, çünkü bunu yazdığı sırada Dickens zaten parlamento muhabiri. Buradaki sahnelerin hemen hemen hepsi gerçekçi gözlemlerdir. Hafifçe alay edilecek, eğlenilecek, komik yanları öne çıkarılmış gerçekçi gözlemlerdir. Baştan sonra kadar ironi var. Ama arada birkaç tane acıklı öykü de vardır; onlar da bu tür öyküler isteyen okurları yakalamak için eklenmiş olsa gerek.

– Ve sonunda iyiler kazanıyor.

Hep iyiler kazanıyor. Dickens devrimci bir yazar değil. Öbür kitaplarında da değildir. Aslında sosyal sorunlara parmak basıyor. Hatta bazı kitapları baştan sona bir sosyal meseledir. “Mister Pickwick’in Serüvenleri”nde de sosyal sorunlarla yer yer ilgileniyor ama öbür kitapları kadar değil. Yine de “sonunda her şey iyiye gider” anlayışıyla biter Dickens’in romanları. Masallarımızdaki “onlar ermiş muradına” deyişi gibi.

– Bu kitabı gerçekten tadını çıkara çıkara okumak gerek. Okurken insan gülümsemeden edemiyor.

Çevirirken takılır gülerdim ben de. Bir kahkaha patlatırdım.

– Kitabı çevirirken mi okudunuz?

Ben genelde öyle yaparım. Çevirdiğim kitapları önceden okumam. Bir yandan okuyup bir yandan çeviririm. Satır satır çeviririm ve bunlar ilk defa gördüğüm satırlardır.

– Sonra kontrol için başa döndüğünüzde değiştirmeniz gereken çok yer çıkmıyor mu?

Sık sık başa dönüp yeniden okuduğum, kontrol ettiğim için, metni daha önceden bilmemekle bir şey kaçırmış olmuyorum.

– Roman Viktorya döneminin bir ürünü. Dolayısıyla yazıldığı döneme ait pek çok unsuru barındırıyor. Eski kelimeleri bulup çıkarmak dışında sizi zorlayan bir şey oldu mu? O dönemin kültürü, alışkanlıkları örneğin…

Çok uğraştıran bir şey olmadı. Bir de kitabın Fransızca çevirisini de elimin altında tuttum. Bazı yerlerde sıkıştığım zaman ona baktım. Onun bana çok yardımı dokundu. Böylece o sorunların üstesinden geldim.

– Kitapta bol bol konuşma dili kullanılmış. “Vald’anım”, “oveyana” gibi. Bu da dikkat çeken bir özellik.

Özellikle Pickwick’in uşağı Sam Weller o şekilde konuşuyor. “Cockney” denen bir ağız vardır, Londra’nın alt tabakasının konuştuğu, argoyla karışık bir dildir. Sam sürekli öyle konuşuyor ama ben çeviriye tamamen o şekilde yansıtmadım. Mesela 4-5 satırda 1-2 tane sözcüğü konuşma diline çevirdim. Aksi takdirde acayip, okunamaz bir şey olurdu.

– Metnin tamamında kişilerin isimlerinin önüne “bay-bayan” sözcükleri getiriliyor. Pickwick için “Mister”ı tercih etmenizin nedeni nedir?

Çünkü “Mister” kelimesinin bir geçmişi, özel bir anlamı vardır Türkçede. Biraz ironi katıyor, biraz alay katıyor. Kitapta o kadar çok insan var ki zaten hepsine “Mister” diyemeyiz. Ayrıca özellikle “Mr.” şeklinde bir kısaltma kullanmadım. İronik olarak “Mister” kullanılıyor.

– “Ve Durgun Akardı Don”, şimdi de “Mister Pickwick’in Serüvenleri”… Birbirine eş olmak üzere çevirdiğiniz iki önemli ve hacimli kitap. Mutlaka çevirmeyi istediğiniz başka bir kitap var mı?

(Tektaş Bey’in eşi Ezel Hanım sözü alıyor.) Bence Tektaş kadar iyi olmasa bile iyi çeviri yapan çok sayıda genç insan var. Artık onlar uğraşsın çeviriyle. Tektaş bundan sonra resim, bronz ve heykel yapacak. Politikayla da uğraşmaya devam edecek.

– Kitapla, Dickens’la ya da çeviriyle ilgili eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Çevirimle ilgili olarak değil de, bu kitapla ilgili bir tespitimi paylaşmak isterim. Bu, 170 yıl önce İngiltere’de yazılmış bir kitap. Yazıldığı yıldan yaklaşık 100 sene öncesini ve 50-60 yıl sonrasını kapsayan bir sürede yaşanan hayattan somut sahneler var, canlı sahneler. İnsanı tiyatro sahnesinde seyrediyormuşsun gibi anlatıyor. İngiltere’deki hayatın her şeyini, küfürleriyle, kavgalarıyla, ağız dalaşlarıyla, ölümleriyle orada görüyorsun. Bizde ne yazık ki yok böyle bir şey. Filanca zamanda insanlar nasıl konuşuyorlardı, nasıl yemek yiyorlardı, birbirlerinin gözünün içine nasıl bakıyorlardı, bunları bilmiyoruz. Bizdeki bu eksiklik çeviriyi yaparken çok dikkatimi çekti.

Remzi Kitap Gazetesi, Nisan 2011