Nesrin Rauf’a…

Değerli Hanımefendi,

Sizinle aynı yüzyılı paylaşmışız ama yollarımız kesişmemiş hiç. Kesişmemiş-ti. Ekim’in 14’üne kadar. (Ah, bu arada, yıl 2012.)  Sahaf Festivali’nde birbirinden güzel ciltlerin üzerinde gezdirirken parmaklarımı, “Chief Contemporary Dramatists” isimli bir kitaba denk geldim. Tiyatro oyunlarının metinlerinden oluşan bir kitaptı. İlk oyunda Oscar Wilde’ın imzasını görünce hiç duraksamadan almaya karar verdim. Ancak ondan sonra bakmayı akıl ettim sayfalara. İç kapakta adınız yazıyordu. Nesrin Rauf. Güçlü bir isim. Güçlü bir kadın. Zarif, güzel. Bir de mutsuzluk sinmiş sanki isminizin orta yerine. Tam da şu “s” ile “r”nin ortasına. “S”nin baskın çıktığı bir hüzün. Bilmem yanılıyor muyum? Umarım. Geçmiş gün, ne desek boş şimdi. Kitabın telifinin alındığı tarih 1915. Neredeyse 100 yıl öncesi. Peki ya siz? Siz kaç yıl öncesinde kaldınız?

Arka kapak içine baktım sonra. Arapça birkaç rakam, Osmanlıca birkaç harf. Onların da üzerinde yarım sayfalık bir İngilizce yazı. İncecik, küçücük harfler. El yazısının bir cinsiyeti olsaydı bana göre bu yazı erkek olurdu ama siz mi yazdınız acaba? “Is the play a picture of life?” diye başlayan bir yazı. Tiyatro oyunları yaşamın bir resmi, bir tablosu mu? Yani her zaman söylendiği gibi, tiyatro sahnesi yaşamın bir yansıması mı? Ve peşpeşe birçok soru… Sizin mi?

Siz kimsiniz? Rauf Beyefendi’nin kerimeleri Nesrin Hanımefendi, siz kimsiniz? İzinizi sürmeye çalıştım. İngiltere’de yaşamış bir Nesrin Rauf’tan küçücük bir işaret var gibi ama emin olmak imkansız. Artık bilgiler güvenilir değil. İnternet çağına yetişebildiniz mi? Kocaman bir çöplükteyiz Hanımefendi. Kimin doğru söylediğini bilememek bir yana, kimin gerçek olduğunu bile bilemiyoruz. Kocaman bir çöplüğün içindeki kendi küçük çöplüklerimizde eşelenip duruyoruz. Hepimiz kralız. Siz kimsiniz? Hangi çağda kaldınız, hangi çağdan geldiniz evime? Hoş geldiniz. Ne iyi ettiniz.

Nasıl kıydılar sizin bu güzelim kitabınıza? Kim dağıttı hazinenizi böyle? Çocuğunuz var mıydı sizin Nesrin Rauf? Siz gidince onlar mı satıp savdılar eşyalarınızı? Ya da belki yoktu kimseniz, uzak akrabalar fazla buldular kitaplarınızı. Hep öyledir zaten, fazla bulunur kitaplar. Taşınırken de öyledir inanın. En çok kitaplara söylenirler. Koltuk, buzdolabı, masa elzemdir de kitaplar fazladır. Hele sayıca çoklarsa…

Konuyu dağıttım. Ne diyordum? Çocuğunuz var mıydı acaba? Benim var. 11 yaşında. Ona hep söylediğim bir şey var: “Sana kitaplarımdan, olabildiğince onurlu bir isimden ve anılardan başka bir şey bırakamayacağım. Hepsine iyi bak.” O da bana söz verdi, emanete iyi bakacak. Merak etmeyin, kitabınız benden sonra oğlumda olacak. O kitaplara benim kadar büyük bir aşkla bağlı değil ama saygı duymayı biliyor. Az önce dokundu kitabınıza. Arka kapak küflenmiş biraz, ona baktı. Adınızın olduğu sayfayı, arka kapaktaki yazıları inceledi. Oscar Wilde’ın adını görünce bir “Vaaay” dedi. Şimdiki nesil böyle. Okumamış olsalar bile isimleri biliyorlar. Ve hep bir “Vaaay” var dillerinde.

Yine mi dağıttım konuyu? Bağışlayın. Bazen o kadar dolup taşıyor ki insan, zemberek gibi boşanıveriyor sözcükler, düşünceler… Farkına varmadan öfkelenmişim sizi benimle buluşturanlara. Kitabınızın, kitaplarınızın aile yadigarı bir kitaplıkta durmasıdır çünkü bence adil olan. Onlar mahreminizdir. Hatıranızdır. Hayatınızın özetidir. Kitaplığınıza baksam sizi şıp diye tanıyıveririm mesela. Nasıl kıyılır da satılır hayatlar?

Kitabınızı kaça aldığımı isterseniz hiç söylemeyeyim, canınız iyice sıkılır. Ama şu kadarından emin olabilirsiniz: Hatıranız emin ellerde.

En kalbî saygılarımla… Görüşmek üzere…

Ayşe

Not: Kitabınızda 39 ve 40. sayfalar eksik. Yine de çok güzel, inanın. Çok güzel…

“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Kasım 2012

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir