Okuru isyana teşvik

Bildiğiniz gibi, bugüne kadar bu köşede ele aldığım çeviri kitapların hepsinin künyesini de yazdım. Ama bu kez yayınevi ya da çevirmen ismi vermeyeceğimi baştan söyleyeyim. Gerekçesi şu: Yazıya konu olan çeviri, düzelti işlerinin yapılması için bana gönderildi. Gönderen ise, ne kadar özenli çalıştığını çok iyi bildiğim, yakın zamanda kurulmasına karşın yayımladığı “sağlam” eserlerle dikkat çeken bir yayınevi. Dolayısıyla isim vermek büyük haksızlık olur. Sonuçta buradaki konumuz “ham bir çeviri”de karşıma çıkanlardır.

***

Gelelim çevirimize… Kitabımız, kaynak dilden İngilizceye, sonra da Türkçeye çevrilmiş bir roman. İngilizce çevirmenin yetkinliği konusunda herhangi bir fikir yürütebilecek durumda değiliz. Ama Türkçesi için söylenecek çok şey var.

Yeni türetilmiş Türkçe sözcüklerin kullanımıyla işe başlayalım. “İşleyimsel” sözcüğü size ne ifade ediyor? Türk Dil Kurumu kayıtlarında böyle bir sözcük yok. Ama “işleyim” var. “Sanayi, endüstri” anlamına geliyor. Yani İngilizcesi “industry”. Kitapta “industrial” yazdığına göre “işleyim”in sonuna bir “-sel” eklersek ismi sıfata dönüştürmüş oluruz, değil mi ya? Yani endüstriyel ya da sınai demek yerine, işleyimsel sözcüğünü kullanabiliriz. Bu “yeni Türkçe” sıfatın arkasından bir de isim geliyor haliyle: Kebap! Birleştirelim: İşleyimsel kebap. Daha önce duymuş muydunuz? Ben duymamıştım inanın. Sonra baktım ki marketlerde satılan hazır köftelerden, kebaplardan söz ediyor yazar. Çevirmenimiz kusura bakmasın ama ben bu tamlamayı ancak “trajikomik” ya da “grotesk” olarak tanımlayabildim. (Bu sözcüklerin yerine kullanabileceğim –sel’li sözcükler bulamadım, üzgünüm.)

***

Şimdi bir başka örneğe bakalım. Affınıza sığınarak, yazımız burada biraz müstehcen hale gelecek. Gözünüzde şöyle bir sahneyi canlandırmanızı rica edeceğim: Boylu boslu, epeyce de şişman bir kadın, kendisinden kısa ve çok daha zayıf bir erkekle dans ediyor. Erkek kadına hayranlıkla bakıyor. Peki ama neresine? Gözlerine mi? Bilemediniz efendim. “Poposunun yarığına” bakıyor! Oysa bu adamcağızın, çevirmenin söz ettiği yere bakabilmesi için kadından epey (sanırım bir metre kadar) uzun olması, ayrıca kadının da poposunu açıkta bırakan bir kıyafet giymiş olması gerekmez mi? İngilizce metinde sözü edilen şey ise “bosom”, yani “göğüs” çatalı. Ah, şimdi oldu! Çevirmenimiz bir an durup kendisine “Burada ne demek istiyor?” diye sorsaydı, hiçbir sorun kalmayacaktı aslında.

***

Kitaptaki pek çok çeviri sorunu arasından en can alıcı olduğunu düşündüğüm ikisine değindik. (Bu arada, kafalarda herhangi bir soru işareti kalmaması için, yayınevinin sahibinden bunları yazmak için izin aldığımı da belirteyim.) Peki ama ya bu yayınevi düzelti sürecini umursamıyor olsaydı? Ya kitap bu ve benzeri hatalarla okurun karşısına çıksaydı?

Bana kalırsa kızılca kıyamet kopmazdı. Okurların bir kısmı bu ayrıntıya dikkat etmezdi (belki de beyin, o sahneyi canlandırırken doğru şekilde kurgulardı), bir kısmı dikkat eder ve gülüp geçerdi. Az sayıda okur da yayınevine mesaj atıp rahatsızlığını belirtirdi.

Oysa etkin okurlar gerekli bize. Kötü çevrilmiş, özensiz basılmış bir kitabın yayınevini protesto mesajlarına boğacak, boykot edecek okurlar gerekli. İyi çeviri ve özenli düzelti süreçleri, yayınevleri için bir rekabet üstünlüğü değil, standart uygulama olmalı. Yayınevleri kozlarını şık tasarımlarla, kaliteli baskılarla, fiyatlarla, iyi seçilmiş kitaplarla, tanıtım çalışmalarıyla, belki de “niş” olarak tanımlanan alanlarda verdikleri ürünlerle paylaşmalı. “Dil” gibi temel bir unsurla değil…

Bu yazıyı, her zamankinden biraz daha sert bir üslupla yazdığımın farkındayım. Ama sinirleniyorum ve üzülüyorum. Hem kimi meslektaşlarımın özensizliğine hem de okurların boyun eğişine üzülüyorum. Okuru isyana teşvik etmek istiyorum. İyi olanın kazanmasını istiyorum. Okur olarak “iyi”yi okumak, çevirmen olarak da eleştirilmek istiyorum. Bir sonraki kitapta daha “güzel”i bulmak için…

 

“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Şubat 2010

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir