“Öteki” misiniz?

En iyi oyun arkadaşımız, ağabeyimle yaşıt olan Arin’di. Bahçelere sığmaz, sokaklara taşardı çocukluğumuz. Karin, yaşça bizden büyük olduğu için daha bir “abla” gibiydi. Mimiklere dayalı bir oyunda, tek gözümü kırpmayı beceremediğim için beni oynatmamıştı da küsüp gitmiştim. Hafta sonları babam İstanbul Caddesi’nin gençlerini, çocuklarını toplayıp maç yaptırırdı. Bilagol Abi bayılırdı “Memet Abi”sine. Pazar sabahları balkonda kahvaltı ederken, sahildeki kilisenin çanı duyulurdu. Karin, Katya, Arin isimleri, Ahmet, Mehmet kadar olağandı doğup büyüdüğüm Yeşilköy’de…

Ortaokulda Layza’dan öğrendim Hamursuz Bayramı’nı. Saro sınıfın enerji deposu, Nora birkaç yıl boyunca arka sıra komşumdu. Şaron hem lise hem de üniversitede arkadaşımdı. Yehova Şahitlerindendi. Bunu bana bir sır gibi söylemişti. Yirmili yaşlarımın sonunda, benzersiz bir deneyim olarak, Doris’in nikahı için Neve Şalom’a gittim. Bir dershanede İngilizce öğretmenliği yaparken Rojda’yla tanıştım. Duyduğum ilk Kürt ismi oydu. Oysa başka pek çok Kürt arkadaşım olmuştu.

Lisedeyken Özcan vardı bir de. Çok iyi anlaşırdık. Günün birinde Ermeni olduğunu söyledi bana. Neden bir Ermeni adı değil de Türk adı taşıdığını anlayamamıştım bir türlü. Böylesinin daha kolay olduğunu söylemişti. Neye göre daha kolay? İnsanların dillerinin, dinlerinin, etnik kökenlerinin dert edilmediği bir yerde büyümüş bir genç için ayrımcılık çok zor. Ben şanslıydım. Siyasi ve sosyal literatürde “azınlıklar” olarak tanımlanan kişilerle yaşamış, insanı “insan” olarak gören bir ailede yetişmiştim.

6-7 Eylül’ü sonradan öğrendim; farklı dönemlerde, Karadeniz’den Akdeniz’e kadar, Anadolu’nun pek çok yerinde toprağından sürülmüş ya da göçe mecbur bırakılmış insanların öykülerini sonradan öğrendim. “Mübadele, sürgün, mülteci” gibi sözcükler sonradan girdi hayatıma. Özcan’ın neden Özcan olduğunu o zaman anladım. Öğrendiğim her olayda, anlatılan her acıda çocukluğumdan bir parça da koptu gitti sanki içimden. “Belene”yi seyrederken döktüğüm gözyaşlarını, Varlık Vergisi mağdurları için de döktüm. Çünkü kafalarımızın içinde sınırlar olmayınca buradaki Kürt, oradaki Türk, şuradaki Rum fark etmiyordu. Ama çoğunluk, dünyaya kendi durduğu yerden bakınca, herkes “öteki” oluveriyordu.

Kara Afrika’dan Asya’ya kadar, dünyanın her yerinde yaşanır böyle sürgün/göç acıları. Ama belki Anadolu’da ve Balkanlarda biraz daha yoğun, biraz daha fazladır. Mesela Gökçeada’da. Yani İmroz’da…

Gazeteci-yazar Deniz Kavukçuoğlu, Temmuz 2013’te Can Yayınları’ndan çıkan “Hüzün Adasında Bir Köy” adlı kitabında ismine bile tahammül edilememiş bir adadaki küçük bir köyün, yani Gliki’nin öyküsünü anlatıyor. Kavukçuoğlu ve eşi, bugün Bademli olarak bilinen Gliki’yle tanıştıktan, hatta burada bir ev sahibi olduktan sonra, sadece suyunu, toprağını değil, acılarını da paylaşmış köyün.

Tarihi her ne kadar tarihçiler yazıyormuş gibi görünse de yaşayanlar bilir aslında. Çünkü tarih, kara kuru bir dilden, egemen ya da yenik tarafın yöneticilerinin ağzından dökülmüş kelimelerden çok daha fazlasıdır. Duygulara da yer vardır tarihte, pişmanlıklara da, öfkeye de, adalete de… İşte bu yüzden sözlü tarihin kayıt altına alınması çok önemli. Deniz Kavukçuoğlu, 1964’te başlayıp Kıbrıs Harekatı’yla daha da alevlenen göç ve şiddet dalgasını bizzat yaşamış Glikili Rumlarla ve onların çocuklarıyla görüşerek sözlü tarihi kayıt altına almış. Çoğumuzun turistik bir yer olarak gördüğü Gökçeada’nın, yani İmroz’un acılarını dökmüş satırlara.

İmroz, Girit, Madagaskar, fark etmez aslında. “Adalı” olmak başka bir yaşam biçimidir. “Adalılık” kavramını şöyle açıklıyor Kavukçuoğlu: “Adada yaşayan insan anakarada yaşayanlardan soyutlanmıştır. … Yalnızlık, insanı kendisiyle aynı koşullarda yaşayanlara yaklaştırır. … Adalı, komşusuna, komşusunun komşusuna muhtaçtır. Bu durum onun ‘milliyet’, ‘din’, ‘dil’ gibi engelleri aşmasını kolaylaştırır.” (s. 50) Tıpkı İmroz’da olduğu gibi. Bugün bile Glikililer, geçmişte yaşananlardan dolayı Türkleri sorumlu tutmuyor. Politikacıları hariç tutarak tabii…

Okulları kapanmış, evleri yağmalanmış, tarlalarına devlet tarafından üç kuruşa el koyulmuş, arazileri askeri bölge ilan edilmiş, hatta köyün su kaynaklarını bile kaybetmiş Gliki halkı, İstanbul’a, oradan da Yunanistan’a, Avrupa’nın başka ülkelerine, hatta Avustralya’ya, Güney Afrika’ya göç etmiş. 1935’te 463 kişinin yaşadığı Gliki’nin nüfusu 1975’te 61’e düşmüş. Bugün ise kışın köyde sadece 18 kişi kalıyor. Yaz tatillerinde dünyanın farklı yerlerinden gelen İmrozlularla bu sayı elbette artıyor. İsim günleri, yortular hâlâ kutlanıyor. Hâlâ zeybekiko oynanıyor, keşkek kaynatılıyor. Ama adanın turistik bölge olarak algılanması, her yerde karşımıza çıkan yeni ve çirkin yerleşimleri İmroz’a da taşıyor. Yani geçtiğimiz yüzyılda bademiyle ünlenen, koyunlarıyla nam salan Gliki ve İmroz da kentsel yağmacılıktan nasibini alıyor. Bu durum kitaptaki fotoğraflarda da açıkça görülüyor.

Bizim “tarih” dediğimizi bizzat yaşayanlar tümden yok olmadan, bize “tarih”i tekrar sorgulama fırsatı veriyor “Hüzün Adasında Bir Köy”. Herkesin herkesi “ötekileştirmeye” meraklı olduğu bir çağda, ortak paydaya işaret ediyor. Bir arada olabilmek mümkün. Andrula, Marini, Katina, Yanni… Pasaportları hangi ülkeye ait olursa olsun, yürekleri Gliki’de…

Deniz Kavukçuoğlu, “Hüzün Adasında Bir Köy”ü iyi ki yazmış. İsim isim anmış Glikilileri. Geride kalanlarla uzun uzun sohbet etmiş ve bu söyleşilere yer vermiş sayfalarında. Ama şunu da yazmadan geçemeyeceğim: Gönül isterdi ki değerli bir sözlü tarih eseri olan bu kitabın redaksiyonunda ve sayfa düzeninde biraz daha özenli davranılsın.

Son sözü, Kavukçuoğlu’nun görüştüğü Andriana Kondoyorgi-Theodoridis’e bırakalım: “Babam ham yün ticareti de yapardı. Babamdan yün almak için adaya gelen Türk tüccarları babam evimizde yatırırdı. Çünkü üzerlerinde para olduğu için otelde yatmaktan korkarlardı. Biz onlara Ahmet Amca, Osman Amca derdik. Kısacası benim hiçbir Türk’e karşı kızgınlığım, öfkem yok; evimizi kimler soydu, kimler oturulamaz hale getirdi, bilmiyorum. Bu nedenle kimden nefret edeceğimi de bilmiyorum. Herkesi suçlayamam ki…”

Remzi Kitap Gazetesi, Ekim 2013

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir