Şairin karnındaki anlam – 1

Arapların nefis bir sözünü öğrendim bir dosttan: “Mazmun (gizli anlam), şairin karnında gizlidir.” Tahmin edeceğiniz gibi, konumuz şiir. Daha doğrusu, şiir çevirisinden söz edeceğiz ama öncesinde şairin dünyasına girmeye çalışalım. Şiir, düzyazıdan çok daha farklı bir âlem. Her ne kadar düzyazının, yani nesrin de kendi içinde bir ritmi, melodisi, simgelerden oluşmuş bir örgüsü olsa da, mesajları bence daha direkt, alt-metin/üst-metin incelemeleri daha rahattır. Simgelerin izini sürmek çoğu kez daha kolaydır. Oysa şiir, “şairin karnındaki” anlamın, aklındaki ve yüreğindeki imgelerle yoğrulmuş hali gibidir.

20. yüzyıl tarihçilerinden Arnold Joseph Toynbee, şiire bakışını tek cümleyle anlatmış: “Şiir dili, vahyin diline benzer, anlamı semboliktir çoğu zaman ve aklın diline tercüme edilemez.” Çok iddialı, değil mi? Özellikle de “aklın diline tercüme edilemez” kısmı. Bunun nedeni, mazmunun gerçekten de şairin karnında gizli olması mı acaba? Nice yetenekli yazarın, edebiyat dehasının iyi şiirden anlaması, ama şiir yazmaması da bu görüşü doğruluyor olabilir mi? Sadece fikir yürütüyoruz.

***

Bir örnek eşliğinde düşünmeye devam edelim. En sevdiğim şairlerden Lale Müldür’ün “Bir Tablet Bahar” adlı şiirini konu alalım. Yerimiz sınırlı olduğu için ilk sekiz dizeyle yetinmek zorundayız: “ayna gibi bir dönem içinden geçmeye korktuğun / şimdi.burada.hiç kimse yok.kendinden korkuyor / musun.bırak tut elinden, bileğinden kavra / kimin ama kimin diye bir ses / yankılanır gözyaşı vadilerinde! / bir kömür madeni düşün bir köşesinde bir ayna / karaltıların arasında parıldayan bir cisim / daha uzak hiçbir şey olamaz sana – bir ayna.

Lale Müldür şiirde büyük harf kullanmayarak, dizeleri “en olmadık yerlerde bölerek” ya da noktalardan sonra boşluk bırakmayarak ne yapmak istemiş olabilir? Dahası, “ayna gibi bir dönem” nasıl bir şeydir? Kömür madeninin içindeki ayna imgesini şair neyi düşünerek yaratmıştır? Bu soruların yanıtlarını kesin olarak bilebilmemiz için herhalde şiiri Lale Müldür’le enine boyuna tartışmamız gerekir. Ne yazık ki benim böyle bir fırsatım olmadı. O halde neden ve nasıl seviyorum bu şiiri? Çünkü imgeler bende “benim” anlamımı buluyor. İnsanın kendinden bile kaçmak istediği zamanları anlatıyor bana. Kendine yabancılaştığı bir dönemi. Göreceklerinden korktuğu için, kendi karanlığı içinde parlayan, “ben buradayım” diyen aynaya bakmamayı seçtiğini… Ya sizin için ne ifade eder bu imgeler? Belki yalnızlık, belki ölüm, belki aşk acısı, belki toplumsal yabancılaşmanın birey üzerindeki etkisi, belki bireyciliğin ta kendisi…

Şiir böyle bir dünya işte. Peki bu dünyada sadece Türkçe yazan şairler mi var? Elbette hayır. O halde, yukarıdaki şiiri başka bir dile çevirmeye kalksak ne yaparız? Elbette ki yazım kurallarını ve imgeleri koruyacağız. Ama ya duygu? Bu dizelerden sızan kanı nasıl vereceğiz? Aynı ritmi nasıl yakalayacağız? Ahmet Cemal’den duyduğum ve çok sevdiğim ifadeyle çeviri, “doğru ve yerinde feda etme sanatıysa” neyi, nasıl feda edeceğiz?

***

Şiir ve şiir çevirisi üstüne bu kadar çok şey söyledikten sonra hâlâ asıl konumuza gelemedik. Bundan aylar önce verdiğim sözü tutup, Puşkin’in ünlü “şiir-romanı” Yevgeni(y) Onegin’in 1 ay arayla basılmış iki çevirisini (Yapı Kredi Yayınları ve Everest Yayınları) karşılaştırmalı ele alacağım. Rusçadan yapılan iki çeviri arasında öylesine büyük farklar var ki tek bir yazıda dile getirilecek gibi değil. Bu yüzden, konunun devamını Nisan sayımıza bırakıp son söz olarak da Rus asıllı Amerikalı yazar Nabokov’un bu şiir-romanı İngilizceye çevirmek için 15 yıl uğraştığını ve sonunda düzyazıyla çevirerek 1100 sayfalık bir yorum eklediğini hatırlatalım. Yani şairin karnına girmek o kadar da kolay değil.

 

“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Mart 2010

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir