Ağustos ayında, usta çevirmen Ahmet Cemal ile “Niteliksiz Adam” çerçevesinde bir çeviri söyleşisi yaptık. Tahmin edeceğiniz gibi, Ahmet Cemal’in nezaketi, içtenliği ve alçakgönüllülüğü sayesinde çok güzel bir sohbet oldu. Bizce tabii. Her zamanki gibi takdir okurun…
Bir ara “alt-kültür” kavramından söz etti ustamız. Yani, sözgelimi bugünkü Amerikan kültürünü temel alan bir kitabı çevireceksek, bu konuda bilgili ve deneyimli olmamız gerekiyor. Ya da Hititleri konu alan bir kitap için, mutlaka tarihin, arkeolojinin, coğrafyanın, hatta belki de sosyolojinin koridorlarında dolaşmış olmak şart. Aksi takdirde, çevirdiğimiz konuya hâkim olmamıza imkân yok. Anlamadığımız şeyi nasıl çevireceğiz? Ah, affedin, bu şekilde yapılmış pek çok çevirinin ortalarda dolandığını unutuvermişim!
Ama bu yazıda konumuz iyi örnekler olacak. Çünkü bana kalırsa kötü örnekleri sunup “Hay Allah, şu işe bakın!” demektense, “İşte çeviri budur,” demek ve dedirtmek daha olumlu sonuçlar yaratacak.
***
Çevirmenin sadece dile değil, konuya ve ilgili döneme ya da kültüre de hâkim olmasına ilişkin ilk örneğimiz, “La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote”den geliyor. Başarısı tartışılmaz çevirmenimiz Roza Hakmen’in İspanyolcadan yaptığı çeviri, 1600’lü yılların başındaki İspanyol kültürünü bilmeyen okurlar için okumayı öylesine kolaylaştırıyor ki, kitap su gibi akıp gidiyor âdeta. Dilinin güzelliğinin ötesinde, Hakmen okurun detayları okuyup geçivermesine müsaade etmiyor. Sözgelimi, ilk cildin 330. sayfasında, mavi kıyafetler giymiş bir Hıristiyan anlatılıyor. Öylesine okuyup geçeceğimiz bu ayrıntı, bir dipnotla gerçek yerini buluyor: Esirlerin mavi giydiğini öğreniyoruz.
En hoşuma giden bilgilerden biri de İspanyol kentlerinin sakinleri hakkında. Kitapta saat köyünün ahalisinin yanı sıra yahniciler, patlıcancılar, balinacılar ve sabunculardan söz ediliyor (cilt 2, sayfa 617). Kulağa hem komik hem de anlaşılmaz geliyor, öyle değil mi? Oysa Roza Hakmen bizi hemen aydınlatıyor: Saat köyü ile kastedilen Endülüs’teki Espartinas köyü; diğerleri ise sırasıyla Valladolid, Toledo, Madrid ve Sevilla halklarına takılan isimler. Bu açıklama olmasaydı, herhalde Cervantes’in loncalardan ya da benzeri meslek gruplarından söz ettiğini düşünecektik.
***
Bir başka örnek ise, Oscar Wilde’ın iki eserini bir araya getiren “Yalancılık Sanatı – Sanatçı Olarak Eleştirmen” adlı kitap. Deneyimli yazar ve çevirmen Ercüment Özkaya, Wilde’ın kara mizahını okura yansıtmanın ötesinde, birbirinden eğlenceli ve öğretici dipnotlarıyla da kitabı tam anlamıyla “şenlendiriyor”. Sanırım bir örnekle durumu daha iyi anlatabilirim.
Kitabın 95. sayfası, kahramanlarımız Ernest ve Gilbert’ın yedikleri “ortolan”ları övmeleriyle başlıyor. Çevirmen, düştüğü dipnotta “ortolan” adlı kuşların özelliklerini ve nasıl beslenip işkenceyle öldürüldüklerini tüm detaylarıyla anlattıktan sonra, kitaptaki genel bakış açısına uygun bir açıklamayı da ekliyor: “Deminden beri estetik ve güzellik hakkında konuşan bu tiplerin, tarihsel-toplumsal- sınıfsal kimlikleri (Viktorya dönemi İngiliz üst sınıfından iki züppe) gözden kaçırılmamalıdır.” Ortolanın ne olduğunu bilmeyen okurun doğal olarak kaçıracağı bu ironi, çevirmenin hassasiyetiyle apaçık ortaya çıkıveriyor. Hatta daha da ileri gidersek, Wilde’ın kendi dilindeki hicvi, Türkçede karşılığını buluyor.
***
Daha önce de defalarca söylediğimiz gibi, çeviri sadece iki dil arasında yapılmıyor. Yazılan her kitap bir kültürü, birikimi, deneyimi yansıttığı için, çevirmen buna ne kadar yakın durursa, ortaya o kadar değerli bir çeviri çıkıyor. Çeviriyi meslek edinmek isteyenlerin kulağına küpe olması, bu sayfada verebileceğimiz güzel örneklerin sürekli artması dileğiyle…
“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Eylül 2009