“Boş zamanlarınızda neler yaparsınız?” sorusuna bazı kişiler “Kitap okurum,” yanıtını verir. Oysa günlük işlerimizden arta kalan zamanlara sığdırılmaya mahkum bir “hobi” olamayacak kadar ciddi bir iştir okurluk. Bilmediğimiz hayatları, yaşamadığımız deneyimleri, hayalimizde bile gidemediğimiz yerleri, sözcüklere dökemediğimiz duygularımızı gözümüzün önüne serer her okuma. Ve okurluğun da hakkını vermek gerekir satır satır düşünerek. Aksi takdirde gözlerimizi boşa yormaktan başka bir işe yaramaz okumak.
Eleştirel okurluk hiç kolay bir iş değildir. Tıpkı aşırı titiz bir insanın gerek kendi evinde gerekse başka yerlerde asla rahat edememesi gibi, titizliğin sınırını çizemeyen okur da elindeki kitaptan keyif almayı beceremez bir türlü. Özellikle de çeviri kitaplar söz konusu olduğunda… “Ben olsaydım öyle çevirmezdim,” demek değildir eleştirel okurluk. Her çevirmen, elindeki metni kendi diline, kendince en iyi şekilde çevirmeye çalışırken kendi sözcüklerini seçer. Dolayısıyla, çeviri hataları ile biçem farklılıklarını birbirinden ayırmak gerekir.
***
Sözgelimi İngilizce’de “An apple a day keeps the doctor away” diye bir deyim vardır. Bir çevirmen, kitabın konusuna ve deyimin içinde yer aldığı bağlama göre bu deyimi sağlıklı beslenmeyi vurgulayan sözcüklerle Türkçe’ye aktarabilir. Bir başka çevirmen ise “Güneş girmeyen eve doktor girer” diyerek deyimin Türkçe’deki en yakın karşılığını kullanabilir. Birine “yanlış”, diğerine “doğru” demek mümkün müdür? Olsa olsa akıcılıktan dem vurulabilir. Dolayısıyla, bu köşede daha önce birkaç örneğini verdiğimiz “yanlış çeviriler” ile “çevirmenin tercihleri” arasındaki çizgiyi görmek, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek önemlidir.
***
Özellikle şiir çevirilerinde ortaya çıkar bu biçem ve seçim kaygıları. Çeviri dünyasının en yeni süreli yayınlarından biri olan “Artshop Çeviri” dergisinin Şubat 2009 tarihli ilk sayısında Samuel Taylor Coleridge’in “Kubla Khan” şiirinin Selahattin Özpalabıyıklar tarafından yapılan çevirisi yer alıyor. Şiirin hemen arkasındaki sayfada ise Özpalabıyıklar “Çevirenin Sözü” başlığı altında, çevirinin (özellikle de şiir çevirisinin) en can alıcı noktasını, Cemal Süreya’nın “Şapkam Dolu Çiçekle” kitabındaki sözleriyle açıklıyor. Cemal Süreya şöyle diyor: “Güzel şiir, çevrilirken ikinci dilde bir dalgalanma meydana getirir. Çevirmenine yeni ufuklar açar. Ve o anda ikinci dilin kendi içindeki bütün şiirsel değerleri de üstlenir. Kendi konumunu kendisi getirir. Doğurgandır, çevirtir kendisini. Tabii burada çevirmenin iyi bir çevirmen olduğunu, yani şiiri iyi bilen birisi olduğunu varsayıyoruz.”
Bu kusursuz tanımlamanın ardından Cemal Süreya kendi deneyimlerinden birisini okurla paylaşıyor: “Biz Guillaume Apollinaire’in ‘Bir Aşk Kırgınının Şarkısı’nı çevirirken güç ve bu yönden oldukça ilginç bir kıtayla cebelleşmiştik. … Türkçede Samanyolu dediğimiz yıldız talaşına Fransızlar voie lactée (sütlü yol) diyorlar. Yani bizdeki samanyolu sarı rengi, Fransızcadaki ise beyaz rengi çağrıştırıyor. … Apollinaire, bu kıtada samanyolu ile ak ırmakları, beyaz tenli kızları ilgilendirmiş. Türkçede biz samanyolu çağrışımının otomatik işlerliği içinde hareket ettik, kızları beyaz değil de sırma saçlı yaptık, ak ırmaklar yerine güz değmiş ırmaklar deyimini kullanmayı uygun gördük. … Bir arkadaş da böyle hareket edişimizin anlamını çıkaramadığından, bu şiir çevirisi üstüne yazdığı bir yazıda yanlış yaptığımızdan söz etti.”
Çeviri eleştirisi, belki de ana dilde yazılan eserlere yönelik eleştiriden daha zordur. Çevirmenin aklını okumak olanaksızdır ama adil ve nesnel bir bakış açısı geliştirilebilir. Eleştirel okurluk, “Ben olsaydım…” ya da “Doğrusu budur!” diyerek yargısız infazda bulunmak demek değildir. Okur, öznel tercihlerin değil, nesnel hataların peşinden giderek yanlışı doğruya çevirebilir ancak. Ve bunu yapabilmek için de yazar/çevirmen kadar araştırmacı olması gerekir. İşte bu yüzden okurluk, hobi olamayacak kadar ciddi bir iştir…
- Artshop Çeviri 1, Şimdi Yayıncılık, Şubat 2009, s. 10-14
“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Mayıs 2009