Yağan yağmuru uzaktan seyrederek dışarıdaki hava sıcaklığını anlayabilir misiniz? İzlemediğiniz bir film hakkında yorum yapabilir misiniz? Eğer hiç âşık olmadıysanız, sadece aşk ile ilgili okuduklarınıza dayanarak bir aşk tarifi yapabilir misiniz? Yemek kitabında okuduğunuz bir tarif karnınızı doyurur mu?
Bazı işler vardır ki, istediğiniz kadar kuram öğrenin, istediğiniz kadar okuyun, uygulamaya geçmediğiniz sürece bilgileriniz havada kalır. “Eylem, en iyi eylem sırasında öğrenilir,” derler. Çeviri de böyle bir iş bana kalırsa.
Kuramları küçümsüyor değilim elbette. Hiç kimseyi, özellikle de çeviribilime ömür vermiş akademisyenlerimizi kızdırmak istemem. Fakat şu da bir gerçek ki insan yaşadıkça, yaptıkça, yazıp çizdikçe öğreniyor.
***
Kitap Gazetesi’ne çeviri hakkında dilim döndüğünce yazılar yazmaya başladığımdan beri, okurlardan güzel tepkiler alıyorum. Bundan birkaç hafta önce “meslektaşım” diyebileceğim bir okurdan gelen e-postada, çeviri eğitimi alan öğrencilerin, kuramsal kitapların ötesinde, yaşanmış örneklere gereksinim duyduğu belirtiliyordu. Bu tespite yürekten katılıyorum.
Bunu düşününce, ister istemez kendi üniversite yıllarıma dönüyorum. Son derece yetkin hocalarımızdan aldığımız derslerde sürekli olarak Gideon Toury’den söz edildiğini hatırlıyorum. Fakat ne yazık ki Toury’nin kuramında ne söylediğini anımsayabilmek için İnternet’e başvurmam gerekiyor. Küçük bir araştırma yaptığımda da, o dönemde bize öğretilen kuramların aslında çeviri sürecinin ne kadar doğal bir parçası olduğunu fark ediyorum.
Oysa “bikini” sözcüğünün etimolojik kökenini ya da Eskimo dilinde “ter” sözcüğünün bulunmadığını anlatan hocalarımın sözleri kulaklarımda çınlıyor. Özetle, sanırım “yaşayan” sözcükler, “yaşayan” diller, “yaşayan” bilgiler unutulmuyor.
***
Bu sözlerimden, kuramları tamamen dışladığım ve herkesin deneme-yanılma yoluyla çeviri yapmasını önerdiğim anlamı çıkmamalı elbette. Kuramlar önemlidir; farklı bilim dallarında uzmanlaşmış kişilerin, süreçleri kolaylaştırmak ya da analiz etmek için ürettikleri formüllerdir. Fakat çeviride hiçbir formül değişmez değildir.
İnsanın bilgisi, sezgilerle bütünleştiği zaman daha güzel sonuçlara ulaşır. Son günlerde çok okuduğum Cem Mumcu’nun “Hayat Gerçeğe Perde” adlı kitabında ilgimi çeken ve bu konuyla bağdaştırdığım birkaç cümle vardı: “Ama bilgi uçmayı engelliyor bazen. Olasılıkların arkasından uçmuyorsun o zaman.” Aslında söylemek istediğim tam anlamıyla bu.
Beni epeyce zorlayan bir kitabın çevirisiyle hâlâ uğraşırken, bunu yapmaya çalışıyorum. Bildiklerimi unutmaya, çeşitlendirmeye, gözümü kapatıp kendimi sözcüklerin ya da öğretilerin ötesine götürmeye çabalıyorum. Ve bunu kuramlaştırmam mümkün değil. Üstelik, bunun zevkini herhangi bir kuramda da bulamam. Çevirmeni kuşatan dikenli teller, gün geliyor böyle özgürleştirici olabiliyor.
***
Elmaya dışarıdan bakarak sert mi sulu mu tatlı mı ekşi mi olduğu konusunda ancak tahminlerde bulunabilirsiniz. Ama tadını almak için elmayı ısırmanız gerekir.
Çevirinin tadını da ancak dişleyerek, kopararak, yeniden birleştirmeye çalışarak, diğer bir deyişle sularını akıta akıta, kütür kütür yediğinizde alırsınız. Lezzetli çeviriler oku(t)mak dileğiyle…
- Cem Mumcu, “Hayat Gerçeğe Perde”, Okuyan Us Yayınları, Haziran 2008
“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Şubat 2009