“Adliye Nezareti, kocaman bir ahşap yapıydı. Kapıları, merdivenleri sanki devlet için düşünülmüşe benziyor; insan, merdiven başında, Üç Silahşörler romanında yazıldığı gibi, kılıç talimine girişmiş ortaçağ şövalyelerini elinde olmadan arıyordu. Basamaklar, karısına ‘İtaat İlamı’ almaya uğraşan emekli adamcağızla, on lira borcunu almak gücünden yoksun bir biçarenin inip çıkması için değil, imparatorların kalabalık maiyetleri için dahi son derece genişti. Kapılar o kadar yüksek yapılmıştı ki, kanatlarını şu sıska odacının tek başına açıp kapamasına imkân olamazdı.
Fakat bütün bu kasıntısına rağmen burada ‘adalet’e zerre kadar saygı duyulmadığını sezerek, Kâmil Bey sıkıntıya kapıldı.”
***
“Bugün ‘Osmanlı’ demek, ‘kendisinden başka hiçbir şeye inanmaz’ demek… Pandeli’de öğle yemeği yediyse bütün dünya mutlu. Dişi ağrıyorsa kıyamet çoktan kopmuştur.”
***
“Sökülen tırnakları Avukat Lütfi Fikri Bey Meclis kürsüsüne getirip meydana atmadı mı? Sökülen tırnaklarla soyulan taban derilerini?
O zaman bu işi, vatan uğruna İttihatçılar yapmışlardı; şimdi de tabii gene vatan uğruna İtilafçılar yapıyor.
Bunu yapabilenlerle, bu işten ekmek yiyip çoluğuna çocuğuna ekmek yedirenlerle aynı tramvayda yolculuk etmiş, aynı kahvede oturmuş olabileceği aklına gelerek sırtı ürperdi.”
***
“Dünyanın üzerine sanki bir sessizlik çöktü. Uçsuz bucaksız, korkunç bir sessizlik! Hani Hâmit’in bir müthiş beyti var, ‘Yağsın nesi varsa kâinatın / Lakin bu derin sükût dinsin!’ der.”
“Esir Şehrin İnsanları”, Kemal Tahir, İthaki, İstanbul, 25. baskı, 2018