İki aydır süren Yevgeni(y) Onegin maceramızı bu ay sona erdiriyoruz. Bakalım geride hoş bir seda mı kalacak, acı bir tebessüm mü?
***
Nisan ayında farklı sözcük seçimlerinden ve eksik çeviri gibi görünen yerlerden söz etmiştik. Sırada daha da önemli bir sorun var: Sözcük düzeyini de aşan anlam farklılıkları. Bir örnekle açıklayalım: Yapı Kredi Yayınları’ndan (YKY) çıkan “Yevgeni Onegin”in üçüncü bölümünün 18. kıtasında, gelin olacak kızın “saç örgüleri çözülüyor”. Everest Yayınları’ndan (EY) çıkan kitapta ise bu saçlar “örülüyor”. Hangisi doğru? Saç örgüleri arapsaçı oluverdi birden. Ah şu çeviri denen çetrefilli, oyuncu, hain şey!
Birinci bölümün 35. kıtasında, Petersburg iki farklı şekilde anlatılıyor okura: “”Hiç sesi dinmeyen Petersburg ise/Şimdi bir silindir gibi devindirilen.” (YKY) – “Kıpırdak bir Petersburg’dur bu,/Davulla gözünü açar.” (EY) Bir Petersburg sürekli devinim halinde, hiç uyumuyor; diğer Petersburg ise bir ara uyumuş olmalı ki davulla (!) gözünü açıyor. Dördüncü bölümün 32. kıtasında bir zaman sorunu yaşanıyor: “…ama ben susuyorum/iki yüzyıl boyunca tartışmak istemiyorum.” (YKY) “Ama istemem ben kavga/iki yüzyıl arasında.” Ne yapacağız şimdi? 200 yıl kavga mı edeceğiz, iki yüzyılı çarpıştırıp seyre mi dalacağız? Beşinci bölümün 35. kıtasında ya “komşu burnundan soluyor karşımda komşusunun;” (YKY) ya da “komşularsa diz dize durur;” (EY) diz dize ya da yumruk yumruğa… İkisinin ortası yok mudur bunun? 43 ve 44. kıtalarda Onegin, Olga’nın kulağına “açık saçık bir aşk şiiri” mi fısıldıyor (YKY), yoksa “iltifat edip güldürüyor” mu (EY)?
***
Gördüğünüz gibi, örnekler çok. Sadede gelmeden önce, çok beğendiğim bir kıtanın iki ayrı çevirisini yazayım:
Birinci bölüm, 44. kıta:
“Boş gezenin baş kalfasıydı,/Boş gönülle eza çekmiş,/Oturdu, büyük amaç saydı:/Aklı sahiplenecekmiş;/Doldurdu rafı kitap ile,/Çok okudu ama nafile:/Şu sıkıcı, buysa yalan;/Ne bir anlam, ne bir vicdan;/Hepsi de bir külfet yığını;/Eskimiştir eski çağlar,/Yeni eskiyi sayıklar./Kadınları gibi rafını,/Kitapları terk etti ve/Örttü yaslı tafta ile.” (EY)
“Ve yeniden, avareliğe teslim olmuş,/Ruhsal boşluktan azaplar çekerek,/Kuruldu yerine – başkalarının usunu/Kendinin kılmak gibi övülesi bir erekle;/Bir yığın kitabı yerleştirdi rafın üstüne,/Okudu, okudu, ama hepsi boşuna:/Şurada kasvet, şurada aldatı ya da sayıklama;/Şunda bulunç yok, şundaysa anlam;/Türlü türlü zincirler herkesin giyindiği;/Hem eski zamanların devri doldu,/Hem yenilik sayıklıyor eskilere doğru./Kitapları da o terk etti kadınlar gibi/Ve rafı, üstünde kitapların tozlu ailesiyle,/Örttü bir yas zamanının tafta dokumasıyla.” (YKY)
YKY basımını okumamış olsaydım, EY’nin kitabındaki şiirselliğe hayran kalırdım. EY basımını okumamış olsaydım, YKY’nin böylesine zor bir işe soyunmasını hayranlıkla izler, ama keyif almadan okurdum. Dürüstçe söylemek gerekirse, bu iki okumanın bende bıraktığı izlenim şu oldu: YKY özgün metne bağlı kalıp duygudan fedakârlık etmiş; EY müthiş bir duygu akışıyla âdeta şiiri yeniden yaratırken içerikten fedakârlık etmiş. Mart ayındaki ilk yazıda Nabokov’un bu şiir-romanı İngilizceye çevirmek için 15 yıl uğraştığını ve sonunda düzyazıyla çevirerek 1100 sayfalık bir yorum eklediğini anımsatmıştım. Sanırım şimdi Nabokov’un gerekçelerini daha iyi anlayabiliriz.
Şiir çevrilemez mi? Böyle bir şey söylemek olanaksız. Nice güzel şiir çevirisi okuduk hepimiz. Üstelik kaynak dili biliyorsak, çeviriyi karşılaştırma olanağı da bulduk. Ama ya bilmiyorsak? Yevgeni(y) Onegin’i belki zaman içinde unutacağım; bugün dilimde nefis ya da zehirli bir tat bırakan dizeleri anımsamayacağım. Ama sanırım geriye hep şu cümle kalacak: “Keşke Rusça bilseydim.” Bir okur olarak söylemeyi, bir çevirmen olarak da duymayı asla istemeyeceğim bir cümle. Arapların sözünü anımsayalım: “Mazmun (gizli anlam), şairin karnında gizlidir.”
Belki cümleye üzülerek bir ekleme yapabiliriz: “Şairin karnına girmek, herkesin harcı değildir.”
“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Mayıs 2010