Orhan Veli, “Quantitatif” şiirinde “Güzel kadınları severim, / İşçi kadınları da severim; / Güzel işçi kadınları / Daha çok severim” der. Ben de ondan ilham alarak “Güzel kitapları severim, yaratıcı fikirlere dayanan kitapları da severim; yaratıcı fikirlere dayanan güzel kitapları daha çok severim” desem bilmem olur mu?
Eskiden kitapları kutsallaştırırdım. Okuduğum kitap ne kadar kötü, sıkıcı, sevimsiz de olsa yarım bırakmak korkunç bir suçmuş gibi gelirdi. Sonra kitaplarla aramdaki ilişki normalleşerek bugünkü “aşk” düzeyine geldi. Bu aşkta mutlak doğrular yok. Olmuyorsa olmuyor mesela, zorlamamak gerekiyor. Ya da bir kitabı neden sevdiğimi kendim bile anlayamayabiliyorum bazen. Bu aşk ilişkisinin en zor yanı ise hayal kırıklığı. Bazen öyle kitaplar oluyor ki ismiyle, kapağıyla, tanıtım yazısıyla beni büyülüyor. Ama vuslatın sonu hüsran oluyor.
Bu durumu birkaç hafta önce yine yaşadım. Ne zamandır okumayı heyecanla beklediğim bir kitaptı “Platon Neden Yazdı?” İletişim Yayınları yine çok zarif bir kapak tasarımı yapmıştı. Üstelik kitabın ismi de çok cazipti. Sahi, Platon neden yazmıştı? Daha da önemlisi, bu soruyu sormak Danielle S. Allen’ın aklına nereden gelmişti? Bu soruların yanıtını bulma düşüncesi çok heyecan vericiydi. Kitabı okumaya başlayana kadar…
Kitabın “Teşekkür” bölümü tehlike çanlarını çaldırdı. Aslında teşekkür ve ithaf bölümlerini çevirmek sanıldığı kadar kolay değildir. Yazarın üretim sürecinin sonlandığı noktadır bu bölümler. Rahatlamışlık duygusu içinde, gönül borcu öder gibi kaleme alınır genelde bu satırlar. Aynı içtenliği vermek zordur. Üstelik “teşekkür, minnet, müteşekkir” gibi sözcükler arasında sürekli döner dolaşır çevirmen. Ama çok iyi çevrilmiş teşekkür bölümleri de okudum defalarca. Dolayısıyla, falanca ve filancaya teşekkür edildikten sonra, “Hepsi sıcakkanlı ev sahipleri olan onların meslektaşlarına da müteşekkirim…” (s. 13) gibi Türkçesi kırık bir cümle okumak insanı üzüyor.
Bu bölümden hiç ders almayarak kendimi ateşe attım ve okumaya devam ettim. Geldik “Önsöz”e. Dördüncü cümle: “İnsanlığın yüzyıllar içinde biriktirdiği Platon hakkındaki kolektif bilginin, Platon’un sistematik felsefesi üzerine uzmanlığı içerip içermediği sorusundan daha önemli olan, bizim kuşağın Platon’u anlayıp anlamadığıdır.” (s. 19) Demek ki neymiş? Yüzyıllar içinde Platon biriktirmişiz! “İnsanlığın Platon hakkında yüzlerce yıl boyunca biriktirdiği kolektif bilgi…” gibi bir cümle daha doğru bir Türkçe olmaz mıydı?
Devam edelim: “İnsan bilgisinin toplamına dair bu ikinci kavrayışta, Platon üzerine bilimsel bir çalışma, şimdiki nesile, tıpkı daha önceki araştırmacıların kendi nesillerine yaptıkları gibi, insan yaşamı üzerine bir dizi soruyu ve fikri aydınlığa çıkarır.” (s. 20) Nasıl yani?
Yine de yılmadım, okudum. Nice cümle düşüklüklerinden, karmaşık ya da çelişkili görünen ifadelerden geçtikten sonra, “Daha özelde Sokrates, Sokratesçi bir sohbetin hatırlanması çabasına yardımcı olacak bir metin üretmeyi dileyen öğrencisini isteyerek destekleyen biri olarak temsil ediliyor” (s. 48) cümlesini beş kere okuduktan sonra pes ettim. Çünkü önümde daha 240 sayfa vardı ve kalbim buna dayanamayacaktı.
İletişim, çok sevdiğim bir yayınevi. Çok iyi kitapları usta işi çevirilerle ve titiz bir düzenlemeyle yayımlıyor. Bu kitaba bu kadar güvenmemin nedenlerinden biri de İletişim’den çıkmış olmasıydı zaten. Çevirmen Ayşe Batur hakkında internette bilgi bulamadım. Gördüğüm kadarıyla “Platon Neden Yazdı?” tek çevirisi. Kitabın künyesinde Berna Akkıyal editör, Burcu Tunakan da düzeltmen olarak geçiyor. Bu iki isim İletişim’den ve başka büyük yayınevlerinden çıkmış çok sayıda kitaba imza atmışlar. O zaman üzülerek sormak zorundayım: “Platon Neden Yazdı?” sorusunun cevabını öğrenemedim; siz okudunuz mu bu kitabı?
“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Aralık 2012