Geçenlerde Songül Koç isimli okurumuzdan güzel bir e-posta aldım. Haziran ayındaki yazıda, Şule Yayınları ve Dost Kitabevi Yayınları tarafından basılmış iki ayrı Kafka kitabından “Akbaba” adlı öyküyü ele almıştım (çevirenler sırasıyla Naime Erkovan ve Kâmuran Şipal). Songül Hanım harika bir iş yaparak iki çeviriyi de Almancasıyla karşılaştırmış. Bana gönderdiği detaylı e-postadan benim çıkardığım sonuç aslında yazıdakiyle aynı: Bu kısacık öykünün rotası iki çeviride birbirinden farklı çiziliyor. Songül Koç, verdiği bilgilerin ardından, yine de cümle cümle karşılaştırma yapmanın her iki çevirmene de haksızlık olduğunu düşündüğünü söylemiş.
Oysa burada söz konusu olan şey yer sorunu. Bütün derdimi bu köşenin sınırları dahilinde anlatmak zorundayım. Eh, söylediklerimin arkasında durduğuma ve çevirilere objektif baktığıma göre, ortada elbette bir haksızlık yok. Ama Songül Koç’la birlikte bütün okurlara, herhangi bir çevirmene neden asla haksızlık yapılmaması gerektiğine inandığımı şu şekilde özetlemek isterim:
Avrupa Edebiyat (Yazın) Çevirisi Platformu PETRA 1-3 Aralık 2011’de Brüksel’de bir kongre düzenledi. Toplantının sonuç bildirgesi henüz yayınlanmadı ama önceden hazırlanmış “Avrupa’da Edebi Çevirinin Haritasını Çıkarma Yolunda” başlıklı belge, kongrede tartışılan konulara temel oluşturuyor. Bu belgenin farklı bölümlerinden çıkardığım notlar şöyle:
- Akademik çeviri eğitimlerindeki uygulamalı derslerde deneyimli çevirmenler de yer almalı. Bunu herkes kabul ediyor ama sertifikasyon sorunları ortaya çıkıyor. (Henri Bloemen, Expertise centrum literair vertalen – ELV)
- Edebiyat ve Sanat Eserlerinin Korunmasına İlişkin Bern Anlaşması’nın 2. maddesinde, çevirilerin, uyarlamaların, müzikal düzenlemelerin ve benzeri sanat çalışmalarının da asılları gibi korunacağı yazılı. Ama Avrupa Edebiyat Çevirmenleri Birlikleri Konseyi CEATL’nin 2010-2011 döneminde 24 üye arasında yaptığı bir araştırmaya göre, sadece üç ülkede çevirmenin ismi her zaman kitap kapağında yer alıyor. Bu uygulamanın yaygınlaşmaya başladığı ülke sayısı ise beş. Yani çevirmenin kültürel görünürlüğü son derece sınırlı. (Martin de Haan, CEATL)
- Yayınevleri, özellikle çok satan kitapların seri bir şekilde yayımlanabilmesi için çevirmenlerin çok hızlı çalışmalarını bekliyor. Bu durumda çevirmenler sürekli bir zaman baskısı yaşıyor. Öte yandan CEATL’nin 2007’de Avrupa genelinde yaptığı karşılaştırmalı bir araştırmaya göre, kıtadaki edebiyat çevirmenlerinin büyük bölümü bir fabrika işçisinin en fazla %67’si kadar kazanabiliyor. Bu da çevirmenleri kısır döngüye sokuyor. Bir yandan çok daha hızlı çalışmaları beklenirken, diğer yandan da geçinebilmek için başka işler yapmak zorunda kalıyor, bu durumda çevirilere de daha az zaman ayırabiliyorlar. (Peter Bergsma, Nederlands letterenfonds – İngilizceye çeviren: David McKay)
- Çevirmenliği meslek edinenlerin yaş ortalaması yükseliyor. Yeni nesil, olumsuz sosyal ve maddi koşullar nedeniyle çevirmenlik yapmak istemiyor. (Peter Bergsma, Nederlands letterenfonds – İngilizceye çeviren: David McKay)
Bunlar, PETRA’nın hazırladığı belgeden benim yaptığım özet çeviriler. Belgenin tamamına http://www.petra2011.eu/ adresinden ulaşmak mümkün. Yukarıda yazdıklarımın hepsini bire bir yaşamış, görmüş biri olarak herhangi bir çevirmene haksızlık edebilir miyim? Daha da önemlisi, elinizi vicdanınıza koyup siz söyleyin lütfen: Bu koşullarda çalışan insanlara haksızlık edilir mi? Bütün bunlara rağmen çeviri yapanların hakkını teslim etmemek olur mu? Her şeyi göze alıp yaptığımız işte iyiye iyi, kötüye kötü demez miyiz? Bizim cenahta durum budur sevgili okur.
“Lafı Çevirmeden” köşesi, Remzi Kitap Gazetesi, Ocak 2012